Kodeks Yayınevi, Cağaloğlu Yokuşu’nda, yani eski Babıali’de yıllardır yayıncılık geleneğini sürdürmeye devam eden ender yayınevlerinden. Mehmet Esat, yüzlerce benzersiz kitabın yayıncılığını sürdürmenin yanı sıra uzunca bir süredir Hurufat adlı aylık dergiyi de okuyucularıyla buluşturmaya devam ediyor. Yeni dönem yayın seçkisi de çok geniş. Hatta sırada bekleyen Tiyatro Kitapları serisi de gün sayıyormuş.

Kodeks Yayınevi, ilk romanlarını yazan yazarlara da kucak açmasıyla dikkat çekiyor. İşte bu serinin son örneğini Utku Tönel’in ‘Zaferbilim’ romanında görüyoruz. Yazarı için, bir tür Oğuz Atay yansıması dersek doğru mu olur? Yazarı bize kızar mı bilinmez. Hatta roman için de yeni ‘Tutunamayanlar’ denemesi desek !…

Yayın editörü Mehmet Esat, kitabın girişinde şöyle diyor: Ey ‘aylak okur’! Elinde tuttuğun kitap senin, yani aydın olma çabasını güden kişinin, ‘kişisel ve amatör bir eleştirisi’nin ‘günlük yaşantıya uygulanışı girişimidir’. Bu kitabın seni kendine çekme nedenlerinden biri de, senin ‘acıklı güldürü’nü kaleme almasıdır. Zafer Bengil, sensin aslında; evet benim de… Bu nedenle sana söylenen her şey, söyleyeni de kapsamaktadır. Hikâyede bir avuç insan var sadece… Bütün insanlık yani… ‘Çağımızın insanlığı’…

Oğuz Atay’ın yaşarken yeterince anlaşılamaması durumuna da gönderme içeriyor aslında bu yazılanlar. Kendi yazarlarımızın edebiyatını başarılı kılan ‘yerel’ kaygılarla yazdıkları eserlerin, yeterince evrensel bulunmadıklarını için taklitçilikle suçlandığını da belirtelim. Aslında tam da bu ‘yerel öğeler’den dolayı “Atay’ın ecnebi değil, buralı bir yazar" olduğunu bilmemiz gerekir.

Oğuz Atay gibi Utku Tönel’de, “Ötekini, bizim inandığımız ve arzuladığımız şeylere inanan biri olarak görmeyi değil; ötekini, ıstırap ve acı çeken biri olarak görmeyi" öneriyor. Buradaki ‘zihinsel acı’yı da çok önceden romanlarında göstermeyi deniyor. Tabii Oğuz Atay gibi anlaşılmadan, sessiz sedasız yazdığı dönemlerin ikliminin atmosferinde; anlaşılmadan sessiz sedasız çekip gitmeden önce tanınma çabasıyla yazmış yazar romanını. Romanla tanışmak isteyenlere son olarak bir bölüm hediye edelim.

İTHAKA KIYILARINDA
Erken bir nisan sabahının ilk ışıkları Haydarpaşa Garı’nın Alman çizgilerini silip yerine kubbeli kıvrımlı, minareli mektepli bir İstanbul manzarası çizerken boğazın suları üzerinde kayan gemilerin gövdeleri gıcırdayarak ilerliyor, vapurlar dumanlarını düdüklerine katıp ilk seferlerine baslarken, çığlıklar arasında oynasan martılar yeni bir günün başlangıcında salınıyordu. Kapılar açılıyor, insanlar boşalıp taşıyor, çarklar, dişliler durmadan dönüyor, reklamlar dört bir yanda duyuluyor, motorlar aksıra tıksıra ilerliyor ve balıkçılar çoktan ölmüş bir denizin son sakinlerini uyandırmaya hevesli gözlerle dalgaları gözlüyordu. Güneş de, az önce iskeleden balık istifi yolcuyla ayrılan vapurun üzerinden ve kara kuru bulutların silik gölgesi ardından uzaklardaki Saray'ın mavi-yeşil-türkuaz kubbelerini cilalıyordu. Mısır Çarsısı’ndan Haliç'e savrulan bin bir çeşit baharat, köprüden geçen al yanaklı ak suratlı, geçkin İngiliz turistlerin varsayımlarına ve önyargılarını gizlendikleri yerden kaldırıyordu. (Hindistan'ın buralara pek de uzak olmadığını söyleyiverdi biri diğerine ve öteki de başıyla onayladı.) Yarışan vapurların kuyruğuna takılmaya niyetlenen martılardan bir tanesi köprünün üzerinden geçerken o günün güzel geçeceğini birinin ceketi üzerine bıraktığı işaretle belirtince gülüştüler ve dediler ki “hayat ne garip”.

İlk memurlar dairelere çoktan varmıştı ve egzoz kokusunda demlenen çaylar, Kadıköy'ün arka mahallelerinin birinde gizlice imal edilmiş taze kaşarlı tosta katık ediliyordu. Yıllanmış bir tramvay İstiklâl'den aşağı tırıs giderken kentin tüm terzileri, tuhafiyecileri, manifaturacıları, çaycıları, baharatçıları, tatlıcıları ve kitapçıları dükkânlarının önünü sabaha özgü bir mahmurluk ve mağrurlukla süpürüyorlardı ve günün ilk müşterisi kapıdan girdiğinde “günaydınlar efendim” demek için çıraklar birbirleriyle yarıştılar.
"Günaydın" dedi genç kadın yeni doğan günü arkasına alan vapurun kıç tarafına doğru ilerleyip taze güneşe son bir bakış daha atmak isterken. Üzerindeki ince ceketi sabah ayazının çekingenliğiyle iliklerken dudaklarında titreyen sigaranın son nefesini martılarla paylaştı. "Günaydın."