Esasen iki bölümde yazmayı tasarladığım yazı üçüncü bölüme sarktı. "Araya Melih girdi" dersem, umarım kadim dostum alınmaz. Cuma günü bitirirken,...

Esasen iki bölümde yazmayı tasarladığım yazı üçüncü bölüme sarktı. "Araya Melih girdi" dersem, umarım kadim dostum alınmaz. Cuma günü bitirirken, devletin sağlam bir darbecilik geleneği varken, işlerin bu noktaya gelmesini niye beklediler diye düşünülebilir demiştik, eğer bugüne kadar koşulları oluşmadıysa bundan sonra nasıl oluşacak, sorusunu sormuştuk.

Soruya şöyle cevap verebiliriz: Bugüne kadar... Bir, uluslararası konjonktür uygun değildi. İki, müdahalenin 'meşru gerekçeleri' oluşmadı. (Müdahalenin meşruiyeti olur mu, diye sorulabilir. Cevap net: Hayır. Burada sözü edilen memleket ahalisinin nez-dinde bir meşruiyet algısı.)

Vay efendim üniversitelerde türban serbest bırakıldı, imam hatiplilere katsayı kıyağı yapıldı gibi gerekçelerle yapılmak istenen bir müdahalenin ne uluslararası alanda ne de ülke içinde (küçük bir azınlık dışında) destekçisi olur.

Hasılı, toplumu topyekun sarsan öyle bir hadise olmalı ki, herhangi bir müdahale girişimi karşısında "nasıl olur" sorusu, duyulamayacak kadar cılız kalsın.
•••
Dünya herkesin nefesini tutup beklediği bir ekonomik krize doğru gidiyor. Son haberler kaygı verici: Hem ABD hem de AB 2008'e ilişkin büyüme beklentilerini düşürdü. Enflasyon ve işsizlik beklentilerini yükseltti. 40 milyar dolar cari açığıyla Türkiye'nin böyle bir krizde 'madalya kürsüsünde' olacağına da kesin gözüyle bakılıyor. Yani en çok etkilenecek ilk üç ülkeden biri olacak. Dünya devlerinin kendi dertlerine düşeceği böylesi koşullarda Türkiye'de ahali hep yaptığı gibi "yandım allah" deyip kurtarıcı arar. Bilmem anlatabildim mi?

Evet, ilk bakışta ekonomik bir meselenin askeri zeminde çözümü olur mu gibi haklı bir soru akla gelebilir. Burada yegâne sorun ekonominin düze çıkarılması tabii ki değil, müdahalecinin asıl sorunu kaybedilmekte olan bir iktidarı yeniden ele almanın 'meşru koşullarına' sahip olmak.

Bir başka soru: "Ordu deli mi, ekonomik krizin altına girsin?" Hayır, krizin altına girmeyecek. Kriz zaten vurmuş olacak. Her krizin ardından olduğu gibi, -elbette kemerleri falan sıka sıka, köteği yiye yiye- görece bir toparlanma ve yükseliş dönemi başlayacak. Tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi... Hatırlayın, Derviş politikalarının hasadını kim yaptı? Krizden sonra gelenler. Yani AKP.

Devam edelim... Peki askeri bir müdahale gelecek açısından 'güven'verir mi? Hani Melih de işaret ediyordu; kimilerinde gizliden gizliye işler içinden çıkılmaz hale gelirse nasıl olsa asker müdahale eder güveni var diye...

Askerin müdahalesi, yeni felaketlerin yolunu açar. Daha önce olduğu gibi yine hiçbir şeyi çözmez. Aksine ülkenin 80 küsur yıldır çözülememiş sorunları bir kez daha baskı altına alınır; geçici bir dönem hal yoluna girmiş gibi görünse de içten içe derinleşir.

Lakin bu arada, şimdi üzerinde kimsenin pek durmadığı (durmak istemediği), birilerinin hızlı ve anlaşılmaz (!) biçimde zenginleşme durumları masaya yatırılabilir. Hani kamuoyu nezdinde güç durumda bırakmak kabilinden... (Medya dünyasında AKP'lilerin zenginleşmeleri üzerine öyle şeyler anlatılıyor ki, herkesin elinde herkesle ilgili bir dosya olduğunu anlıyorsunuz. Kamu ihaleleri, belediyeler, arazi tahsisleri falan... Sadece herkes 'zamanını' bekliyor.)

Şu hususu da atlamayalım: Müdahale olması halinde şimdinin hızlı AKP'lilerinin çoğunun tam siper yatacağını tahmin etmek zor değil. Yine "demokrasi... insan hakları..." diyen solcuların başı yanacak. Uzatmayayım, hepinizin bildiği senaryolar...

Tabii, başka ihtimal de var. Belki de 'en hayırlı' ihtimal... Ekonomik kriz kimi tahminlere uygun olarak tekneyi alabora ederse, AKP'nin gidişi müdahale dışı yollarla da olabilir. Toplumdan can havliyle gelecek güçlü bir muhalefet erken seçimin yolunu açabilir. O koşullarda ordu hadiseyi kendi doğal akışına bırakabilir. Erken seçim de bunları götürür. Kim alternatif olacak, sorusu da mantıklı. Böyle durumlarda hep sözüm ona 'denenmemiş' birileri parlatılır. Tıpkı daha önceki örneklerde olduğu gibi...

Sonuçta üç yazının özeti: Ya giderek mu-hafazakârlaşarak nefes boruları tıkanan bir Türkiye... Ya askeri müdahalenin altında inleyen bir Türkiye... Ya da bildiğimiz parlamenter yollarla hükümetin el değiştirdiği, işlerin iyi kötü eskisi gibi gittiği bir Türkiye... Neyse... Bu kadar felaket tellallığı yeter. Bitirirken, bir iki hususun altını çizelim. İlki gereksiz ama yine de yazayım. Okuduğunu anlama güçlüğü çeken bazılarının bu yazıdan 'darbe çığırtkanlığı' sonucu çıkarması mümkün. Olması muhtemel hadiseler üzerine spekülatif bir öngörüdür bütün yaptığımız. Nitekim bu konular üzerine 4 yıldır yazdıklarımız ve tavrımız BirGün'ün arşivlerinde.

İkincisine gelirsek... Kimileri de diyecek ki, "hiç mi umut yok, tablo simsiyah!" Kısa vadede fazla umut yok. Yapılması gereken, düzgün bir duruşu geleceğe taşımak. Ne kadar geleceğe? Mesele biraz burada.

Vaktiyle bir büyüğüme, Hipokrat'ın "sanat uzun, hayat kısa" sözünden mülhem "sınıf mücadelesi uzun, hayat kısa" demiştim de, bundan "bu işlerle başa çıkabilecek kadar yaşamayacağımız aşikar, öyleyse çorbamıza bakalım" dediğim sonucunu çıkarmış, beni azarlamıştı. Oysa derdim, tıpkı bugün olduğu gibi o günde şuydu: Bu memleketin meselelerini bir ya da iki kuşak içinde çözmenin mümkün olmayacağı bilgisiyle davranarak, taş üstüne taş koymayı azımsamadan, uzun vadeli, ama hakikaten uzun vadeli iyi planlanmış bir siyaset anlayışını yerleştirmek lazım. Aslında 'siyaset anlayışını yerleştirmek' lafı da biraz havada kalıyor. Memleketin geleceğine dair emekten yana kaygısı olanlar, artık biraz da hayat tarzlarımız üzerine düşünsek... Sözgelimi, sadece bir dayanışma pratiğinin parçası olmak bile kimi zamanlarda yüksek siyaset üzerine laf üretmekten iyidir. Her allanın günü mail gruplarında sağa sola laf yetiştirmekten...

Onların gözünde eskisi gibi muteber insanlar olmadığımız için bu ülkenin ahalisini suçlamayı da bırakalım. Şu çirkin "iki torba kömür, bir paket bulgura sattılar" saçmalığına bir son verip "demek ki bizim anlattığımız hikâyeler, onlar için iki torba kömürle bir paket bulgurdan daha önemli ve gerekli değil-miş"in farkına varmaktan başka çare yok.

Laf uzadıkça konu dağılıyor. Üstelik giderek akıl veren bir yere doğru gidiyor, bir durum değil. -Bu koşullarda sanki çok da mümkünmüş gibi- daha eğlenceli pazar yazılarında buluşmak üzere deyip yazıyı burada bitirelim.