İnsanoğlunun dünyadaki misafirliği bilinen zamanın çok kısa bir dönemini kapsıyor. Ünlü belgesel yapımcısı David Attenborough, durumumuzun

İnsanoğlunun dünyadaki misafirliği bilinen zamanın çok kısa bir dönemini kapsıyor. Ünlü belgesel yapımcısı David Attenborough, durumumuzun vahametini şöyle özetliyor:
“Eğer tüm dünya tarihini bir yıl gibi düşünürsek, yani 1 Ocak tarihinde başlayıp 31 Aralık’ta biten bir takvime indirgersek, insan türü böyle bir takvimde 31 Aralık günü öğleden sonra saat dört gibi ortaya çıkmıştır.”
fiaka gibi görünebilir ama bilinen jeolojik zamanın ancak bu kadarcık bir döneminden bu yana var oluyoruz.
İşin ilginç yani kısa misafirliğimizin sonsuza kadar süreceği düşüncesinden mi yoksa özgüvenimizden mi bilinmez, özellikle son 100 yılda yerkürenin iklimini bile değiştirecek kadar etkili olmuşuz.
Bu sorumluluk hepimize ait.
Dünyayı yok yere gereğinden fazla ısıtmışız. Yeni oluşacak ekolojik düzende yerimizin olup olmayacağı belli değil. Çünkü çok zayıf bir türüz. Basit bir grip virusu mutasyonuna bile dayanamıyoruz.
Dünyadaki tüm varlığımız bu kadar pamuk ipliğine bağlı.
Halimiz içler acısı.
Ama yine de yılmak bilmeden ortalığın nasıl daha canına okuruz diye uğraşıyoruz. Danimarka’da yapılması planlanan toplantı ertelendi. Alınacak kararların ekonomik baskısından korkan sözde gelişmiş özde gerilemiş ülkeler hazır değiller.
Hazır olmadıkları şey, durumumuzun iyiye gitmediği gerçeğini duyma ve duyurma düşüncesi.
Türkiye’de de durum farklı değil.
Pek etliye sütlüye karışmayan çevre mühendisleri bile artık yeter demeye başladılar.
Su ve orman politikalarını açıkça eleştirir oldular. İklim politikası, kontrolsüz kimyasal üretimi, madencilik ve ekolojik iktisat modelleri yeniden gözden geçiriliyor.
İnsan türü yersiz endişeleri sever. Olur olmaz her şeyi tanıdık bir cisme benzetme özelliğimiz var. Kayaları, bulutları, gölgeleri bir şeylere benzetiriz. Koyuna, keçiye, kediye, sevdiğimiz bir insanın yüzüne falan. Bazen olmadık hayvanlara olmadık isimler takarız.
Kulağakaçan isimli böceği pek çok kişi duymuştur. Bu böceğin vücudunun arka bölümünde şu salata kaşıklarına benzeyen bir uzantı bulunur. Keskin bir makas gibi bir yapıdır. Böceklerin insanı gün gelip yiyeceği korkusu ile büyüyen her insan bu böceğin de uyuyanların kulağına girip içeride türlü işler çevireceğini düşünebiliyor. Oysa bu böceğin ezilmesi ile elde edilen özütler Anadolu’da çok eski çağlardan beri sağırlık tedavisinde kullanılmaktadır. Hepsi bu.
Yani aslında kimsenin kulağına falan kaçmazlar.
Ne yapacaklar ki milletin kulağında?
Gerçekte ne kulağakaçanlar kulağa kaçar, ne kuğular zariftir, ne kediler nankör, ne de arılar çalışkan. Bunlar insanoğlunun etrafındaki her şeyi kendi gibi zannetme huyunun hastalıklı sonuçlarıdır.
İnsanoğlu yerküreyi emrine amade bir alan olarak gördükçe misafirliğinin süresini kısaltmaktadır.
Yerküre yaşadığı yeri bu denli tahrip eden misafiri eninde sonunda kapının önüne koyacaktır.
İstese de istemese de…