Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "laıT'li; Maliye Bakanı Kemal Unakı-tan'ın "oğlum"lu konuşmaları; Türkiye siyasetine yeni bir dil taşıyor. Eskiden beri TBMM'de küfürlü tartışmalar, yumruklaşmaya varan kavgalar, TV'lerde jeneriklere giren kürsüden su

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "laıT'li; Maliye Bakanı Kemal Unakı-tan'ın "oğlum"lu konuşmaları; Türkiye siyasetine yeni bir dil taşıyor. Eskiden beri TBMM'de küfürlü tartışmalar, yumruklaşmaya varan kavgalar, TV'lerde jeneriklere giren kürsüden su atmalar Türk siyasetinin ayrılmaz parçasıydı, bu doğru, ama herhalde "sokak dilinin" başbakan düzeyinde siyasete taşınması ilk kez yaşanıyor. Bir de buna muhalefetin Prof. unvanlı sözcülerinin Başbakana "kıvırtıyor" diye hitap etmesi eklenince siyaset "mahalle kahvesi" seviyesinde sürüyor diyebiliriz.

Aslında bu yeni dil, iktidara yerleşme gayreti içindeki yeni bir sınıfın görünürdeki yüzüdür. Cumhuriyetin kurucu eliti esas olarak devlet bürokrasisi içinde yetişmiş, büyük ölçüde "askerlik"ten gelen bir kadro içinden çıkmıştı. Bu gelenek çok partili hayata geçinceye kadar varlığını sürdürdü. "Yeter söz milletin" sloganıyla ortaya çıkan DP ise bütün "seçkincilik" karşıtı söylemine karşın esas olarak kurucu elitle bağlarını koparamamış, onun özelliklerini taşıyan bir kadro tarafından yönetiliyordu.

Devlet eliyle "burjuva" yaratma politikalarının bir gereği olarak ortaya çıkan yönetici sınıf ise hiçbir zaman doğrudan politikaya dahil olma hevesi taşımadı. Burjuvazinin bir sınıf olarak doğrudan politik alana müdahalesi daha çok TÜSİAD gibi örgütlenmelerin lobi faaliyetleriyle sınırlı kaldı. Her ne kadar Ecevit'in 12 Eylül öncesinde paralı gazete ilanlarıyla hükümetten uzaklaştırılmasında etkili olduysa da TÜSİAD çevresinde örgütlenen "burjuvazi" doğrudan temsilcileri eliyle gündelik siyasetin dışında kalmayı tercih etti.

Oysa TOBB, Sanayi Odaları vb. daha küçük sermaye kesimlerinin örgütleri her zaman siyasetle daha ilgili oldular. Erbakan'ın Odalar Birliği'nden başlayan macerası onu 28 Şubatta iktidardan uzaklaştırılmasına kadar başbakanlık koltuğuna taşıdı. Yalım Erez, Mehmet Yazar vb., şimdi unutulmuş ve başarısız örnekler daha da çoğaltılabilir.

AKP ise önce yerel yönetimlerde iktidara gelen, büyük oranda bu iktidar döneminin nimetlerinden yararlanarak büyüyen yeni tip bir sermaye kesiminin "soy kadroları" tarafından yönetiliyor. Muhafazakâr, devletle ilişkisi sınırlı; ticaretle uğraşan, bir cemaat dayanışmasının yarattığı "iç pazar"ın avantajlarıyla küçümsenemeyecek bir sermaye birikimi elde etmiş bu "yeni sınıf", eğitimiyle-kültürüyle son derece farklı özellikler taşıyor.

Öğrencilik yıllarını imam hatiplerde geçirmiş, eğitim kalitesi kuşkulu taşra üniversitelerinde kültürel donanımını tamamlamış, devlet yönetme geleneklerinden daha çok işbitirici bir pragmatizme alışmış, "sokak dili" hayatının ayrılmaz bir parçası olmuş yeni bir yönetici tipi bu. Bir yandan halktan kopuk "devlet bürokrasisinin" soğuk ve ruhsuz diline, yaşantısına karşı "muhalif" özellikler sergilediği için destek gören; diğer yandan da "dışlanmışların" bütün kendine benzemeyenler karşısında sergilediği kıyıcılığı içeren bir kültür.

"Artistlik yapma lan" cümlesi sadece bir argo değil, iktidarda olan, güç sahibi biri tarafından kullanıldığında hakikatin sadece kendisi tarafından temsil edildiğine kuşku duyu-lamayacak bir güven, güçsüz olanın aşağılanmasına kapı aralayan bir ezme biçimi. Hatta bir sokak dalaşmasında söylendiğinde ardından karşısındakinin burnuna indirilecek bir kafa, hayalarına geçirilecek bir diz darbesinin açılış cümlesi.

Türkiye "Ekselans" lakaplı bakanları, "Ka-sımpaşalı" lakaplı başbakanları gördü; bu aslında birbirini besleyen bir süreç, kozmopolit bir Batıcılığın ve elitizmin beslediği güç verdiği "avamlaşma" durumu.

Ama unutmamak gerekir ki sokak sadece "külhani" bir tutumun evi değildir, her türlü eşitsizliğin ortadan kaldırıldığı, adaletsizliğe karşı isyanın büyüdüğü, demokratik ve eşit bir dilin ortaya çıktığı yer de sokaktır. Bu nedenle de sokaklarda büyüyüp serpilen demokrasiyi, kendi kaderine sahip çıkma bilincini acımasızca bastıran devlet elitlerinin, ortaya çıkan sonuçtan yakınmaya hiç mi hiç hakları yoktur.