Ülkenin başka yerleri nasıldı bilmiyorum ama bu hafta İstanbul cehennem gibi yandı. Yıllardır böyle sıcağa tanık olmamıştık...

Ülkenin başka yerleri nasıldı bilmiyorum ama bu hafta İstanbul cehennem gibi yandı. Yıllardır böyle sıcağa tanık olmamıştık. Yüksek nem oranı da cabası. İnsan ne yiyip içtiğinden bir şey anlıyor ne uyku uyuyabiliyor. Bir yandan da düşünmeden edemiyorum; belki rekor düzeyde bir sıcaklık artışı yaşanmıyor ama anlaşılan insan yaşlandıkça sıcaklardan daha fazla etkileniyor.

Eskiden, yetkililer böyle zamanlarda “yaşlılara sokağa çıkmama uyarısı” yaptıklarında tebessüm ederdim. Ne kadar yerinde bir uyarıymış!

Belli ki önümüzdeki günler durum pek değişmeyecek. Yazın kalan bölümü zorlu geçecek.

Ama daha fenası, ısınan sadece havalar değil. Türkiye’nin ekonomisini ve siyasetini de ‘sıcak günler’ bekliyor.

* * *

Uluslararası kuruluşların Türkiye ekonomisine yönelik uyarılarına şimdilerde hükümet yetkilileri de eşlik etmeye başladılar. G-20 ülkelerine ilişkin yaptığı değerlendirmede IMF, Türkiye’nin büyüme ve cari açık tahminlerini revize etti; cari açığın milli gelire oranı tahminini yüzde 8'den yüzde 10.5'e çıkardı. Dün de Kredi Derecelendirme Kuruluşu Fitch, cari açık nedeniyle Türkiye’nin AB’deki diğer ülkelere nazaran krize daha açık olduğunu iddia etti.

Örnekler çoğaltılabilir... Ama daha önemlisi, yukarda da dediğimiz gibi uyarıların artık hükümetten geliyor olması... Oysa ekonomide işlerin kötü gitme ihtimali belirdiğinde, ülkeyi yönetenler genellikle pembe tablolar çizer, en kötü ihtimalle “paniğe gerek yok, itidali elden bırakmayalım” falan derlerdi. Bu kez durum epey farklı görünüyor.

Başbakan yardımcısı Ali Babacan, “Avrupa'yı sarsan krizin derinleşmesi sonucunda Türkiye'ye yansıması dünya krizine göre daha kuvvetli olabilir” derken iktidar partisinin Genel Başkan yardımcısı Bülent Gedikli daha ‘açık’ konuştu: “Krizin etkileri dünya ekonomisi üzerinde görülmeye başlandı. Türkiye'ye olumsuz etkileri olacak. O yüzden tedbirli olun. Ne varsa onu tutun. Fazla harcamayın!”

Oysa daha iki yıl önce “Harca, hep birlikte kazanalım” sloganıyla vatandaşı tüketime teşvik ediyorlardı. Şimdi asıl dert cari açığı büyüten iç talebi frenlemek. Üstüne üstlük, iç talebin yüksek olmasının gerisinde, vatandaşın esasen ‘kendisine ait olmayan’ parayı harcaması gerçeği yatıyor. İnsanların cebinde para yok ama ‘çok şükür’ birkaç tane kredi kartı var!

Yunanistan’ın ardından İtalya ve İspanya’nın da topun ağzına sürüklenmesi, Türkiye’nin ihracatının yarısını yaptığı Avrupa’nın yaşayacağı muhtemel krizden en fazla zarar görecekler listesinin, bugün olmayan parasını harcayan vatandaşla sınırlı kalmayacağını, bu defa ‘teğet’ten çok daha fazlasının yaşanacağını, bilmem söylemeye gerek var mı?

* * *

Önümüzdeki dönem sadece ekonomide ‘sıcak’ geçmeyecek. İşin bir de siyasi veçhesi var. Üstelik hem içerde hem dışarda.

İçerde... AKP iktidarının Kürt sorununda bütün “açılım” yaygarasına rağmen, kadim devlet politikalarının sözcüsü ve uygulayıcısı rolünü üstlenmesi, ülkenin en büyük meselesinde kan kaybının süreceğine işaret ediyor. İktidar destekçilerinin, şimdilerde PKK-DTP-İmralı arasında bir çatlak yaratma ve bu çatlak üzerinden Kürt muhalefetini etkisizleştirme çabaları, meselenin halli yönünde ne kadar zavallı bir noktaya düştüklerinin göstergesi... Hükümet, iyiden iyiye sürüklendiği milliyetçi-muhafazakâr dili ve siyaseti terkedecek cesareti gösteremezse, maalesef bugünleri de arayacağız.

Dışarda... Malum, Avrupa Birliği ile ilişkiler epeydir ‘buzlukta’. Türkiye üzerine hazırlanan her rapor, demokratikleşme ve hukuk devleti kriterlerinde işlerin kötüye gittiğini söylüyor. Hükümetin bütün bunlara kulak tıkadığını biliyoruz. Bununla da kalmayıp, 2012’de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin dönem başkanlığını üstlenmesi halinde AB ile ilişkilerin donduracağının açıklanması, milliyetçi-muhafazakâr siyasetin içerde olduğu gibi dışarda da baskın çıkacağını gösteriyor.

Türkiye’nin yakın geleceği AKP siyasetinin sınırlarına geldiğimizi göreceğimiz bir dönem olacak.