Biraz geç uyanır oldum, tembelleştim son zamanlarda. Biraz da yıldım, yoruldum. Televizyon seyrediyor, ayaklarımı uzatarak oturuyor, kapı çalsa söyleniyor, telefon çalsa...

Biraz geç uyanır oldum, tembelleştim son zamanlarda. Biraz da yıldım, yoruldum. Televizyon seyrediyor, ayaklarımı uzatarak oturuyor, kapı çalsa söyleniyor, telefon çalsa homurdanıyor ve en kötüsü televizyonda gördüğüm her şeyi ciddiye alıyorum.

Tam bir kent kölesi oldum galiba. Ya daha da kötüleşirsem? Ya pazar günlerimi geç kahvaltı sonrası herhangi bir alışveriş merkezinde geçirmek yetmez olursa? Birinden çıkıp öbürüne gidersem? Ya akşam yemeğinde hamburger yemeye başlarsam? Ya sinemada seyredeceğim abuk bir Amerikan filminden etkilenirsem? Peki kitabevinde doğrudan “En Çok Satanlar” standına gidip dayatılan 10 kitaptan birini alırsam? Ya bu kitaplardan biri sağlıklı yaşam rehberi tarzı bir şeyler olursa? Ya ben bu kitaplara inanıp lahana falan haşlayıp suyunu içip aman da ne güzel besleniyorum diye ortada gezinirsem? Ya haberleri malum medyadan ya da onun takkeli rakiplerinden izlemeye başlarsam? Ya benim bir şey yapmama lüzum yok bu memlekette Çevre ve Orman Bakanlığı çevre ve ormanı koruyor sanırsam? Ya kriz beni teğet geçerse? Off ki ne off! Ya bir gün kendimi bir sabah programını elimde bir tabak çekirdek ve demli çay ile seyreder bulursam? Ne mi olur?

İşte bu en sonuncusu oldu bile. Hatırladıkça kaşınıyorum. Tıpkı çekirdek gibiydi. Yedikçe dayanılmaz bir istekle bir sonrakini yersin hani. Acizliğine kızar, bir küçük tohumcuğa yenildiğine şaşar ama elinden bırakamazsın. Dudakların tuzdan Karamürsel sepetine döner, ellerin şebek eli gibi olur ama çaresiz “çitlemeye” devam edersin. İşte sabah programları da öyle. Bırakamıyor, kapatamıyor, dinlemekten vazgeçemiyorsun. Kanal değiştirsen yalnızca yüzler değişiyor ama içerik aynı kalıyor.

Ama insanda yeni fikirler uyandırmaları öyle güzel ki. Mesela Seda Sayan’ın hipotezine göre ana-baba katilleri hep siyah ve kapişonlu kıyafet giyiyor. Hipotezini ispatlamak için birkaç görüntü gösteriyor aha da vallahi doğru. Hemen öbür kanaldaki benzer programa geçiyor ve başka tespitleri gözlemliyorum. Efendim ceviz beyine benzediği için beyin hastalıklarına iyi geliyormuş. Tıp fakültesine gitmeye ne gerek var? Aç televizyonu öğren. Psikolojik saptamalar, fizyolojik analojiler, en güzeli biyolojik yaklaşımlar ve bilimsel yorumlar hep bu programlarda. Bence üniversitelerin temel bilimler eğitimi veren bölümlerini kapatmalı. Özellikle fizik, kimya, biyoloji ve matematik hepten fuzuli. Antropoloji, sosyoloji, felsefe ve psikoloji yer israfı. Tıp yalnızca cerrahiden oluşmalı, gerisi gazoz ağacı. Sadece İlahiyat Fakültelerinin sayısını yetersiz buluyorum. İşte seyrediyoruz hocalarımızı hepsi biyoloji profesörü, kimya uzmanı, fizik dehası. Evrenin sırlarını karpuz üzerinden örnekliyor, evrim teorisini tek kalemde çürütüyor, temel fizik yasalarını menkıbeler ile anlatabiliyorlar. Karıncalara ömrünü vermiş meslektaşlarımı, hayatını sineklere heba etmiş hocalarımı tebessümle anıyorum.

Dostlar! Çoluk çocuğunuzu üniversitelere gönderip ziyan etmeyin. Yahu bu adamların bilmediği yok, vermedikleri cevap, duymadıkları soru kalmamış. Yaşayan her organizmanın bir vazifesi varmış ve bunlar hep insan içinmiş. Tabii ya nasıl da aklımıza gelmedi? Biz de boş yere ekoloji, evrim falan anlatıyoruz. Diyorum ya zaman kaybı, vur kapıya kilidi al çocuğa şöyle 90 ekran bir plazma, aç en yakın sabah programını, ver nur yüzlü zat-ı şahaneyi ekrana, girsin ney sesi arkadan, iki damla da gözyaşı, artık fizik, kimya, biyoloji çantada keklik, çocuk seneye Nobel’i almazsa gel yüzüme tükür.

Samimi söylüyorum Bir gün talebe kılığında derse girmek istiyorum bu İlahiyat Fakültelerinde. İnsan merak ediyor, 4 yıllık eğitimin neresinde bu kadar çok bilgi aktarıyorlar da mezunları böyle olabiliyor?

Herhalde eksiklik bizde, yanlışlık bir yerlerde ve evrensel bilgi ve bilim bizden çok uzaklarda, kent kölelerinin boynuna vurulmuş uydu antenlerinde.