Avrupa Parlamentosu seçimlerinde -beklenenin aksine- sağ partiler kayıp yaşamazken sol/sosyaldemokrat partiler geriledi. Sonuç...

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde -beklenenin aksine- sağ partiler kayıp yaşamazken sol/sosyaldemokrat partiler geriledi. Sonuç, ilk bakışta biraz tuhaf görünüyor. Ekonomik krizin kendisini hissettirdiği ve önümüzdeki süreçte daha da ağırlaşacağı izlenimi verdiği bir dönemde Avrupa vatandaşlarının siyasi tercihi sağdan yana. Dahası, İspanyol El Mundo’nun işaret ettiği gibi “6 AP milletvekilinden biri yabancı düşmanı veya AB’ye inanmıyor”. Bunlar hayra alamet değil. (Foti Benlisoy’un önceki günkü BirGün’de kapsamlı bir değerlendirmesi vardı. Ola ki gözünüzden kaçtıysa, bulup okuyun.)
Finansal krizin ortaya çıkmasından sonra, sürecin giderek kapitalizmin krizine dönüşeceği ve emeğiyle geçinenler için hayatın daha da zorlaşacağına işaret edilmiş, ama bir başka hususun altı çizilmişti: Emek örgütlerinin ve solun tarihinin en zayıf döneminden geçtiği, dolayısıyla krize soldan bir müdahalenin imkânlarının bu aşamada sınırlı olduğu, böylesi dönemlerde kitlelerin otoriter sağ yönetimlere eğilim gösterirken yabancı düşmanlığının yükselişe geçeceği uğursuz ihtimali... AP seçim sonuçları, Avrupa ölçeğinde böyle bir tehlikenin işareti olarak görülebilir.
•••
Aslına bakarsanız, olay Avrupa’yla sınırlı gibi görünmüyor. İşte ABD’den bir örnek.
California eyaletinin başı dertte. Ekonomik krizin en fazla hırpaladığı eyaletlerden biri. 24.3 milyar dolar bütçe açığı var. Eyalet yönetiminin aklına gelen ilk çözüm, yoksullara yapılan yardımı kesmek. Sosyal programlar belirsiz bir geleceğe kadar rafa kaldırılacak.
Buraya kadar olağandışı bir şey yok gibi... Sermaye egemenliğindeki her devletin, her kurumun doğal refleksi; faturayı yoksullara ödetmek.
Asıl dikkat çekici hadise, bu habere gelen yorumlar... Haberin yer aldığı internet sitesine baktığım gün, toplam 524 yorum yapılmıştı. Elbette oturup hepsini okumadım. İlk 15-20 tanesine göz attım. Bir allahın kulu da çıkıp “ayıp oluyor, bu insanlar zaten mağdur durumda; başımız ilk sıkıştığında onların önündeki bir tas çorbaya göz dikmemiz yakışık almıyor” falan desin. Aksine, eyalet yönetiminin sosyal yardım programlarını budama kararına alkış tutuyorlar. En yaygın argüman, “Meksikalı göçmenleri beslemek zorunda değiliz!”
Dünyanın her yerinde benzer manzaralar... Düne kadar tuzu kuru hayatlarının artık tehdit altında olduğunu gören orta sınıflar, geleceklerini kurtarmanın yolunun toplumsal hiyerarşide bir kademe altlarında olanların sırtına basmaktan geçtiğini düşünüyorlar. Üstüne üstlük bir de ‘göçmen problemi’ yaşanıyorsa bulundukları ülkede, şehirde, ‘suçlu’ belli! Dayanışmak, yardımlaşmak, yaşanan güçlükleri kamusal bir akılla aşmak, hak getire! Herkes, felaketi kendi küçük kozasının içinde atlatma hesabında.
Hasılı durum pek parlak değil. Peki ne yapacağız?
•••
Burada Şükrü Argun’un bir kavramlaştırmasına müracaat etmekte fayda var: “Siyasetin buharlaşması”. (*)
“Bugün eksik olan...” diyor Argun, “yoksulluk ile zenginlik arasındaki rabıtayı politize etmek... ki bu esasen siyasal bir meseledir ve bugünün en yakıcı meselesi de bence budur, yani olup bitenleri siyasal bir zeminde ve siyasal terimler aracılığıyla anlama ve açıklama...”
Bu noktada, ekonomi-politikten yola çıkan Argun, siyasetin nasıl ‘buharlaştırıldığına’ işaret ediyor: “...Ekonomi artık ‘politik’ boyutunu unutmuş gibi. Siyasetçiler, ekonomistler bir ‘ekonomi politikası’ndan söz etmiyorlar. Yaptıkları tek şey, ‘kriz idaresi’ denilebilecek türden bir şey. Sanki büyük harfli ‘tanrısal’ bir ‘Ekonomi’ diye özne var; o eyliyor, emrediyor. Bizler de boyun eğip idare etmeye çalışıyoruz. Bu nedenle, başımıza gelenlerden hükümetimizi bile sorumlu tutamıyoruz örneğin; zira, o da nihayetinde, global ekonomik gerekleri yerine getiren ya da onun ‘ilahi’ buyruklarını bize bildiren bir elçiden ibaret.”
Evet, kapitalizmin tarihsel yalanının –ekonominin siyasetten bağımsız teknik bir mesele olduğu yalanı- bazı ‘solcular’ üzerinde bile bu denli etkili iken, yine Argun’un ifadesiyle “...üzerine gitmemiz gereken asıl mesele... ‘siyaset’ denen şeyi ‘buharlaştıran’ koşulları siyasal bir mesele olarak ortaya koyabilen bir siyaset...”
 (*) Agora Kitaplığı’ndan çıkan “Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm” isimli kitaptan... Osman Akınhay’ın yaptığı uzun söyleşide Şükrü Argun, -kimi görüşlerine katılın ya da katılmayın- üzerinde düşünüp tartışmaya değer çok sayıda saptama ve önermede bulunuyor. ‘Teorik dünyamızın’ bir zamandır eşine az rastlanır bir kuraklık döneminden geçtiği koşullarda, yıllardır bu alanda çaba sarfedip emek veren Argun’un görüşlerinin verimli tartışmaların önünü açmasını umalım.