Önce KCK üyeliği iddiasıyla başlatılan, akademisyenleri, gazetecileri, avukatları ve bilcümle BDP’liyi hedef alan tutuklamalar...

Ardından Uludere katliamı ve Başbakan’ın bombalanarak öldürülen köylüler için tek bir özür cümlesini esirgemesi...

Son olarak da Hrant Dink davasının vicdana ve hukuka sığmayan sonucu...

Hepsi birkaç ay içinde peşpeşe geldi.

AKP iktidarına öteden beri destek veren liberal çevrelerde gözle görülür bir hayal kırıklığına tanık olduk.

* * *

Aslına bakarsanız, yukarda sıraladığımız üç gelişmenin ötesinde, iktidarın 12 Eylül referandumunun hemen ardından başlayıp seçimler sonrasında hız kazanan otoriterleşme siyasetinin sayısız göstergesi var.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, önceki gün açıkladığı 2011 yılında ülkelerin basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye önceki yıla oranla 10 basamak gerileyerek 148. sırada yer aldı. Toplam 179 ülkenin yer aldığı liste, öldürülen, tutuklanan ve gözaltına alınan, haklarında dava açılan ve kötü muamele gören gazetecilerin durumu ve sansüre yönelik uygulamalar dikkate alınarak hazırlanıyor.

Askeri vesayetin sonladırılıp sivil siyasetin egemen olduğu ve ileri demokrasi hamlesi yapan bir ülkenin basın özgürlüğü karnesi işte böyle!

Peki iktidar ne diyor bu işe?

* * *

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin başkanlığını yapan AKP milletvekili Mevlut Çavuşoğlu, Türkiye’de 101 gazetecinin tutuklu olduğu eleştirisine “Sekizi hariç diğerleri arasında katil, tecavüzcü vb gibi adi suçlar işlemiş olanlara gazeteci denemeyeceği” cevabını veriyor.

Çavuşoğlu’nun sözlerini okuyunca “Pes doğrusu, bu kadarı da olmaz! Herhalde boş bulunup ağzından kaçırdı” diye düşündük ama ardından Başbakan’ın açıklaması geldi: “İçerdeki gazeteciler polis katili, tecavüzcü ve darbeci!”

Dahası... Başbakan tutuklu gazetecilere sahip çıkanları tehdit etmekten de geri durmuyor. Cezaevindeki gazetecileri savunmanın Türkiye’ye karşı kampanya yürütmek anlamına geldiğini ve bunun “vatan sevgisiyle bağdaşmadığını” söylüyor.

Şimdi düşünmeden edemiyoruz, tutuklu 101 gazeteciye, bu bağlamda ifade ve basın özgürlüğüne sahip çıkanları “vatana ihanet” suçlaması mı bekliyor, diye...

Abarttığımız sanılmasın, Türkiye’de artık herşey olabilir. Bakın, ‘vesayetten yakasını kurtaran sivil yargı’ Başbakan’ı bile ters köşeye yatırdı. Rahmetli Musa Anter’in oğlu Anter Anter’e yurda giriş izni verdik diye övündüğü gün, Musa Anter’in kitapları hakkında yasaklama kararı çıktı. Sayın Anter Anter’e naçizane tavsiyem, bir an önce geldiği yere dönmesi... Yarın onun başına ne geleceğinin garantisi yok.

* * *

Başa dönelim... Ardarda yaşanan üç olayın AKP destekçisi yeni-liberallerde yarattığı hayal kırıklığından söz etmiştik. Gelin görün ki, hayal kırıklığına bir yandan da AKP’yi bu işlerin içinden kurtarma operasyonu eşlik ediyor.

Neymiş? AKP devlete teslim olmamalıymış! “Haydi Tayyip Erdoğan, Ankara’ya teslim olma” diyorlar. Başbakan da pek seviyor bu metaforu; “Dink davası Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak” güvencesi veriyor.

Neyin nesi acaba bu “Ankara”?

AKP’ye rağmen başka bir iktidar odağı mı var?

Nerede yuvanlanmış olabilirler?

Başbakanlık’ta mı? İçişleri’nde mi yoksa Dışişleri’nde mi? Adalet Bakanlığı? Belki polis teşkilatındadırlar. Kimbilir belki de “hâlâ” TSK içinde...

Artık bu tür palavraları bir kenara bıraksanız. Sadece hakikatleri çarpıtmakla kalmıyorsunuz; alay konusu bile olamayacak kadar sıkıcısınız. 10 senedir ülkeyi idare eden bir iktidardan söz ediyoruz. Faşist 12 Eylül’ün ne kadar aslî kurumu varsa hepsinin üzerine çöreklenmiş bir iktidardan...

Saklamaya çalışmanızın faydası yok.

Devlet artık AKP’dir.

AKP Ankara’dır.