Oğuzhan Müftüoğlu ile yaptığımız nehir söyleşi “Bitmeyen Yolculuk / Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı” muhtelif tepkilere konu oldu.

Oğuzhan Müftüoğlu ile yaptığımız nehir söyleşi “Bitmeyen Yolculuk / Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı” muhtelif tepkilere konu oldu. Çok sayıda olumlu görüşün yanısıra eleştiriler de geldi. Eleştirilerin muhatabı, elbette benden ziyade Oğuzhan Müftüoğlu. Zaten kendisi de çeşitli vesilelerle bunlara cevap verdi, veriyor.

Sözkonusu eleştiriler arasında Ürün Sosyalist Dergi’den (ÜSD) gelen, beni de konu edindiği için cevap vermek durumundayım.

* * *

ÜSD, kitabın 251. sayfasında geçen aşağıdaki bölüme itiraz ediyor:

“Adnan Bostancıoğlu: DAL’da bulunduğunuz süre içerisinde başka siyasi hareketlere yönelik operasyonlar da oldu. Bu sırada geçmiş yıllardan tanıdık insanlar gelip gitti mi?

Oğuzhan Müftüoğlu: Cuntanın en çekindiği grup Devrimci Yol olduğu için ilk operasyonu bize karşı düzenlemişlerdi. Diğerlerini sonraya bıraktılar. Devrimci Yol operasyonunda belirli bir mesafe aldıktan sonra, mart ayına doğru diğerlerine yöneldiler. Dev-Sol ekibi zaten 12 Eylül’ün hemen arkasından yakalanmıştı. Bir ara TKP’liler bizim yakalanmamızla ilgili Kızılay’da bir bildiri gibi bir şey dağıtmışlar, “Bir Devin Çöküşü” diye... Polislerden biri herhalde moralimi bozmak için o bildirilerden birini getirip bana göstermişti. Çok tuhafıma gitmişti. Solcu bazı gruplar, demek kendilerine rakip gördükleri bir sol grubun faşist cunta tarafından ortadan kaldırılmış olmasına çok sevinmişlerdi. Bir de sol neden yeniliyor diye uzun uzun sebep aranır.”

* * *

ÜSD, sözkonusu dönemde Türkiye Komünist Partisi saflarında (bugün yasal alanda faaliyet gösteren TKP ile ilgisi yok) mücadele eden arkadaşların yayın organı. İtiraz ettikleri ve eleştirdikleri husus da TKP’nin “Bir Devin Çöküşü” başlıklı bildiriyi dağıttığı iddiası.

Eski TKP’liler “Biz böyle bir bildiri dağıtmadık” diyorlar. Müftüoğlu ise “polisler bana böyle bir şey gösterdi” diyor.

Müftüoğlu ile meseleyi konuştum. Olaya itiraz eden arkadaşlara e-posta yazdığını, derdinin TKP’yi karalamak falan olmadığını, o dönemde solun kendi içindeki ilişkilerin gelmiş olduğu yerin vehameti üzerine örnek vermek istediğini belirttiğini söyledi. Böyle bir bildiriyi (ya da bildiriyi konu alan bir gazete haberini) gördüğünden kuşkusu olmadığını ilave etti. Hatta, kitapla ilgili yaptığı söyleşilerde, aralarında eski TKP’lilerin de bulunduğu bazı insanların bu metni hatırladıklarına dikkat çekti. Yazdığı e-postaya hakaretamiz cevaplar gelince “tartışmadan” çekildiğini belirtti.

* * *

Belki bir gün işin aslı ortaya çıkar ama, olup bitene dair kimi tahminlerde bulunmak mümkün. Evet, TKP’nin o dönemde merkezî düzeyde böyle bir bildirisi olmayabilir. Hatta yapılan açıklamadan yola çıkarak “böyle bir bildiri yoktur” diyebiliriz. Ama bu, partiye bağlı birimlerden birinin işgüzarlık yapmadığı anlamına gelmez. Ki, o dönemde bir bildiri hazırlamak için basit bir teksir makinasına sahip olmak yeterliydi. Ayrıca, benim TKP’li dostlarımdan birinin yorumuna göre, sözkonusu metin, pekala bir “örgüt içi eğitim notu” da olabilir.

Bütün bunlar, şu gerçeği değiştirir mi: O dönemde sol içi çekişme öyle bir noktaya gelmişti ki, birinin başına gelen felaket bir diğeri için istihza vesilesi olabiliyordu. Bu anlamda, ÜSD’nin açıklamasında defalarca vurgulanan “dostluk, dayanışma ilişkisi” dönemi tarif etmekten hayli uzak. Haa, bir de işin sonrası var tabii... Ne zaman ki, hepimiz aynı darbenin sonucu işkencehanelere, cezaevi koğuşlarına, hücrelerine doldurulduk; o zaman “aklımız başımıza geldi”. Eğer bir dostluk ve dayanışmadan söz edilecekse, maalesef “Basra harab olduktan sonra” yaşadık bu erdemleri!

Nitekim, ÜSD’nin bana yönelik “Sorularıyla söyleşiye yön veren Adnan Bostancıoğlu’nu da, sanki TKP’liler açısından çok olağan bir şeyden söz ediliyormuş gibi, hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden, sorgusuz sualsiz bu iftirayı kabullenip kitapta aktarması nedeniyle kınıyor ve TKP’lilerden özür dilemeye davet ediyoruz” eleştirisi, bu bağlam içinde değerlendirilmeli. Yani, açık yüreklilikle ifade etmeliyim ki, bu duruma şaşırmadım. Bunun özel olarak TKP ile ilgisi yok. Solun muhtelif kesimlerinin sahip oldukları radyolardan, gazetelerden birbirlerini ihbar ettiği bir dönemden söz ediyoruz. Her şeye rağmen –hani klişe deyimiyle, gazetecilik refleksi gösterip- konunun üzerine gitsem, elbette daha iyi olurdu. Ama bazen geçmişe dair tecrübeler insanın sorgulayıcı yanını bastırabiliyor.

* * *

Bir noktayı daha belirtmeden geçmeyeyim. ÜSD’nin “Bir Devin Çöküşü” ile ilgili temel iddiası, bir polis provokasyonu olduğu yönünde... Ne yalan söyleyeyim, bana da bu hiç inandırıcı gelmedi. Yani, polisin “dur şu Dev-Yol’cuların moralini bozayım” diye oturup bildiri yazacağını düşünmek, o günleri “içerden” yaşayanlar için hakikaten biraz tuhaf olur. Kaldı ki, DAL’da işkence gören bir devrimcinin moralini bozacak son şey, herhalde bu tür bir bildiri olurdu. Hepimiz biliyoruz, polisin “daha etkili” yöntemleri vardı ve “değerli vaktini” bunlara harcadı!

Sonuç olarak; ortada yaşanmış ve gurur duyamayacağımız bir “sol içi ilişkiler” tarihi var ve hepimiz için derslerle dolu. Ve hiçbirimiz bir diğerimizden daha masum değiliz. Elbette bazı “nüanslara” rağmen...