Geçtiğimiz perşembe günü Belçika Kraliyet Doğa Tarihi Müzesi’nde bir konuşmam vardı. Beni buraya davet eden Belçika hükümeti, Avrupa Birliği Bilim Kurulu’ndan...

Geçtiğimiz perşembe günü Belçika Kraliyet Doğa Tarihi Müzesi’nde bir konuşmam vardı. Beni buraya davet eden Belçika hükümeti, Avrupa Birliği Bilim Kurulu’ndan bazı biliminsanları, AB ülkelerinde biyolojik çeşitliliğinin korunması ile ilgili çeşitli komisyonların üyeleri, üniversite ve müzelerden biyologlar, öğrenciler epeyce kalabalık bir salonda toplanmışlardı.
Sıcak bir havada geçti her şey. Çok dinamik gençler de olması ayrıca keyifli oldu.
Araştırma sonuçlarının ilk bölümünü anlattım.
Çalışmanın özeti şu:
Belçika başta olmak üzere çeşitli AB ülkelerinde bazı böcek türlerinin vücut yapılarının son 130 yılda kirlilik, kimyasal ilaç kullanımı, turizm, tarım biçiminin değişmesi, savaşlarda kullanılan kimyasallar gibi insan kaynaklı etkenler nedeni ile ne kadar değiştiğini tespit etmemi istiyorlar.
Bunun çeşitli yöntemlerle yapılması mümkün.
İlk bulgular çok ağır değişimlere yol açtığını gösteriyor.
Özellikle böcek öldürücüler müthiş değişimleri tetiklemiş gibi. Tüm sonuçları almak yaklaşık bir yılımızı alacak. Sonuç ne olursa olsun daha şimdiden böcek öldürücü kullanmak yasak buralarda.
Öyle etrafta katil örümcek var, evimizi keneler bastı yaygaraları işe yaramıyor. Sivrisinekten ölseniz ilaçlama ekibi gelmiyor. Karasineklerden gözünüzü alamasanız herkes seviniyor. İşler düzelecek demek diye.
Çalışma sırasında binlerce böceği inceledim. 1890 yılında yakalanmış bir arının üzerindeki bilgiler özellikle dikkatimi çekti. Güneyde şimdi kocaman bir kent olan Mons’ta bulunmuş. Hall Parkı’nda.
İlginçtir aynı park halen tam olarak aynı yerde ve aynı isimle duruyor.
120 yıldır kimse üzerine bir apartman konduramamış.
120 yıldır kimse adını değiştirememiş.
Bir akıllarına gelip şu parka birkaç gecekondu yapıp, ardından tapu dağıtıp, hemen sonra buraları ucuz fiyattan toplayıp dev gibi apartmanlar kondurup köşeyi dönmeyi becerememişler.
Bir tane şöyle arkası kuvvetli birini bulup kurttan kuştan arındıramamış, yakamamış, orman vasfını değiştirememişler.
Park dediğin nedir ki? Hatırlıyorum da Sayın Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı sırasında bir otomobil fabrikası yer isteyince,
“Gerekirse Çankaya’nın bahçesini bile veririm” demişti.
Kimse de çıkıp, “Sen kimin malını kime veriyorsun” da diyememişti.
“Aynı konuda Türkiye’de de çalışıyor musunuz?” diye sordu bir tanesi. “Belki Çevre Bakanlığı bu konuda bir proje hazırlamıştır” deyip, geçti yerine oturdu.
Kem küm ettim.
Bizim Çevre Bakanlığı genellikle baraj inşaatı işleri ile uğraşıyor desem olmayacak.
Bu aralar daha ziyade su konusunda çalışıyorlar deyiverdim.
Toplantı bitti. Âdet olduğu üzere laflıyoruz ayakta.
Muzip bir doktora öğrencisi yanıma gelip;
“Affedersiniz” dedi, “Acaba mümkünse şu Harun Yahya bize biraz daha ‘Yaratılış Atlası’ isimli kitabından yollayabilir mi? Arkadaşlar arasında paylaşamıyoruz da. Birkaç tane daha olsa çok iyi olacak”.
Şimdi nam-ı değer Adnan Bey’i tanımam. Tanımayı da istemem, ne desem olmaz. Neyse ki çocuk konuşmaya devam etti.
“Bizim binalar çok eski. Pencereler ya kapanmıyor, ya da açılmıyor. Hem yazları, hem kışları sorun oluyor. Bu kitap tam 6 kilo çektiği için pencerenin önüne koyuyoruz. Fransızca olması şart değil her dilde olabilir” dedi.
Yahu şu Adnan Bey ne de olsa toprak. Hiç laf söyletir miyim?
Tabii bulmaya çalışırım. Türkiye’den gelen bir kitabın bilimde bu denli “ağırlığı” olması da çok sevindirici.
Gerçekten de biyoloji bilimi açısından kitabın hak ettiği yeri alması önemliydi. Anlaşılan, almış buralarda. Darısı memleketin başına.