Tiyatro Edebiyatı gelişmiş ülkelerde; dil zenginliğinden, coğrafyadan, demokrasiden, renkli toplumundan, tarihinden, dininden, kültüründen, insanlarının yaşam kalitesinden, pek çok özelliği...

Tiyatro Edebiyatı gelişmiş ülkelerde; dil zenginliğinden, coğrafyadan, demokrasiden, renkli toplumundan, tarihinden, dininden, kültüründen, insanlarının yaşam kalitesinden, pek çok özelliği sahneye taşımakta son derece başarılıdır. Bu başarı devamlılığı ve uyumu, yapıtların sahnelendiği sahne binalarından, oyun eleştirmenliği ya da dramaturjisine kadar her alanda fark edilmektedir. Ama her nedense bu topraklarda yaşayan bizler, tiyatro edebiyatımızda ve tiyatro eğitiminde, bir İngiliz, Fransız ya da Alman ekolü hayranlığı ile bir oyuncak gibi sırtımızdan kurulmaktayız.
Bu coğrafyanın kendi tiyatrosunu tesis etmemesi için ne gerekiyorsa yapıldı ve yapılmakta sanki birileri tarafından. Zaten dayatılan bu ekoller dışında tiyatro (edebiyat, reji, oyunculuk..) denemeleri yapmak ne haddinize, anında sert bakışlı kaşları uzamış eleştirmenler yapıtınıza tepki verip sizi hücre hapsine alırlarsa görürsünüz gününüzü. (Belki de doğaçlama gösterilerinin ortaoyununun modalaştığı tam da şu günlerde ulusal tiyatro gramerinin bu alandan yazılması gerekir ) Öte yandan yukarda sıraladığım ülke tiyatrolarının son derece başarılı olduklarını da yabana atamayız.
Ancak unutulmamalı ki, bunca yıldır Türkiye"de tiyatro ve kimi sanatların, sadece bir kurumun tekelinde olması, önüne kentin adını da alacak türden tek bir festivale endekslenmemiz ve sadece o festivalin medya tarafından beslenmesinin de ardında bu türde çıkar ilişkileri yatıyor olabilir. Çünkü sadece Paris ya da Berlin ya da Londra"da bu tür de uluslararası boyutta yapılan festival sayısı yüzlerce iken.
Öyleyse tiyatrodaki bu lordlar kamarasını kim yönetmektedir yıllardır? İster eğitiminde ister retoriğinde tiyatronun zenginlerinin mutfağında devamlı güzel kokulu yemekler pişmekte ise ve sadece birilerinin tek olmasını destekleyen kişi ve kurumlar, artık maskelerini çıkarma zamanlarının geldiğini daha ne kadar kabullenmeyeceklerdir? Bunca zaman gizlenerek sürdürdükleri küçük mutluluklarıyla yalnız kalma antreleri gelmedi mi? Kentin adını önüne alarak uluslararasılaşan Büyük Modern sanat alanları ve benzer sanatsal etkinlik ikonları hangi sermayenin peşinde olduklarını artık açıklamalıdırlar. Girizgâhta bu soruları sorduktan sonra tiyatro ile devam edelim.
Devlet Tiyatroları"nda sahne aldığım 1985 - 1992 yıllarında 4-5 oyunda görev aldım ve Ejder Akışık, Faik Ertener, Can Gürzap, Müge Gürman gibi yönetmenlerle çalışma fırsatım oldu. Tüm bu oyunların provalarında da hem diğer oyuncularla hem de kurumun yönetici ve idari personeliyle de görsel ve işitsel temasımız oldu. Mesleğimiz gereği gözlem de yaptığımızdan hem onların sorunlarını dinledik hem de beklentilerini paylaştık. Bir çoğu arkadaşımız olan büyüklerimiz şu an Türkiye"de pozisyon almış vaziyetteler. Kimileri Üniversitelerde, kimileri hem üniversite hem belediye tiyatrosundan maaş alacak kadar ileri gitmeyi başararak. Diğerleri de, Televizyon kanallarının seslendirme kadrolarında kemikleşmiş, kimileri ise dizi sektöründe ajanslarla işbirliği içerisinde hayatlarını sürdürmekteler. Kurumsal tiyatrolardaki çalışanlar arasında ise puan farklarını kurcalayandan, ekstra kazanç için sağda solda dublaj için koşturan oyunculara kadar bir çoğunu gördük görmekteyiz.
Oyuncu ajanslarında ise neler döndüğüne dair kaygılar taşıdığım bir dönemde, Oyuncu Güven Kıraç"ın sunuculuğunu yaptığı bir tv programında geçenlerde dillendirdiği “ dizi ya da reklam oyuncu adaylarını, yönetmen hiçbir zaman izlemez, oyuncu ajanslarında seçilir ve rolü o alır” sözü düşündürücü gelmişti. Ama yıllardır oyunculuk ajanslarından bir teklif gelmeyen yüzlerce meslektaşımın ve öğrencimin var olduğunu da biliyor olduğumdan, bu alanda da, yani seslendirme ve dizi film sektöründe bir kolonileşmeden söz de biliriz öyleyse. Yani lordlar kamarası, orada burada heryerde SAHNEYEKON"muş vaziyette.
84 yılından bu yana sahne sanatları ve tiyatro eğitimi alıyor olmamdan dolayı ve ortaya çıkan bu uyumsuz sonuca da reaksiyon veren çıkmadığından, kimi sorular sorma hakkını kendimizde görüyoruz, kimse alınmasın.
Bu arada sözüm ona ülke tiyatrosuna sahip çıkıyormuş gibi ortaya çıkan kişi ve vakıfların da son günlerde savuna geldikleri, “AKM ye reklam alınamaz” gibi parodi çıkışlarına da şu cevabı verebiliriz: Euro 2008"de Viyanada"ki Burg Theater"in üzerine yerleştirilen büyük boyuttaki reklam tabelalarını ve fanzone ekranı, bir tiyatro mimari klasiği olan 1741 yılında inşa edilen Burg Theater"ın üzerine konmuştur hatırlatalım.(http://en.wikipedia.org/wiki/Burgtheater) Bu arada, her nedense aynı kişi ve kuruluşlar Harbiye Ş.Tiyatrosu"nun ve AKM nin arka tarafının yıkılışını sessizce kabullenmişlerdir. Yaptıkları bir iki tepkisel şiir resitali performansı hoş bir seda kalmıştır bu kubbede.
Konservatuvar öğrencisi olduğumuz dönemlerde boş bir idealist bir beklenti içerisinde olduğumuzu şimdi anlıyoruz. Tek tutkumuz olan sahne boşunaymış ve tüm yoğunluğumuzu oyunculuğumuzu geliştirmek üzerine vermek hataymış. Biraz piyasaya çıkmamız kafelerde sabahlamamız, kulis olaylarına avdet etmemiz gerekirmiş. En küçük rol için dahi heyecanlanmamamız, en büyük rol için lobileşmeliymişiz. Bazen genel provalara seslendirme yüzünden gelmeyenler olunca da çok şaşırmamalıymışız. Nasıl olur da böyle bir oyuncu tiyatronun kadrosunda yer alır diye tepki vermemeliymişiz o dönemlerde.
Gördük ki ikibinli yıllarda, Televizyon reklâmlarında ya da dizilerde rol olmayana, dublaja gitmeyene adam gözüyle bakmıyorlar. Diğer yandan da bu sektörlere girebilmek için yaratılan bir sanal havuz ve denetçiler kurulana yaranma mecburiyeti var.
Ama gel gör ki, kendimizi bu alanlardan olabildiğince korumaya çalışırken atıl pozisyondaki oyuncular gibi arka koltukta unutulduk.
Çok güçlü olamayanlarımızı “çok mu yeteneksizim acaba” demeye zorlayan bu durum kesinlikle bilinçli yaratılmış bir dramatik metindi ve bizden sadece bu metni okumamız isteniyordu. Halbuki bizler oyunculuk eğitimimizi konservatuvarda almış oyunculardık ve hepimiz de kendilerini kanıtlamış oyunculardık.
Umut veren nasihatleriyle tiyatro büyükleri bizleri maalesef yarının tiyatrosuna taşımadılar. Kendileri gibi yaşlanan tiyatro sahnelerinin de bir bir kapanmaya yüz tuttuğu bir zaman dilimindeyken, belki de tiyatrosuz bir tiyatrodan söz etmemiz gereken çağda tiyatro ustalarının ortaya çıkıp “toprağı bol olsun” yerine, artık, “biz ettik siz etmeyin” demeleri gerekmez mi? Bu yazıyı okuyan oyuncu adayları ya da genç oyuncular, ortaoyunu gelenekseli üzerinden son günlerde üretilen doğaçlama tiyatrolarını ciddiye alın ve ülke tiyatrosunun yeniden inşası için bu türün alt metnini oluşturmayı deneyin.
Ama ondan önce tiyatro eğitiminin derhal YÖK"den ayrılması ile başlamalıyız.