Adnan Bostancıoğlu’na yazılarıma yönelik eleştirileri için teşekkür ederim. İkincisinden, yani “demokrasi ve sınıf mücadelesi”...

Adnan Bostancıoğlu’na yazılarıma yönelik eleştirileri için teşekkür ederim. İkincisinden, yani “demokrasi ve sınıf mücadelesi” konusundan başlayacağım. Benim söylemeye çalıştığım şudur:
Kapitalizm 1945 ile 1975 arasında “altın çağ” tabir edilen bir ekonomik genişleme dönemi yaşadı. Her zaman olduğu gibi, bu genişleme süreci ilerledikçe kriz eğilimleri güçlenmeye başladı. Kapitalist firmaların doğal aşırı üretim eğilimi ve yoğunlaşan uluslararası rekabet sonucu kâr oranları üzerinde baskı oluştu. Bu döneme özgü iki unsur bu baskıyı daha da artırdı. Bunlar işçi sınıfının gelişen mücadelesinin sonucu olan artan oranlı vergiler ile toplusözleşme düzeni idi. Toplusözleşme düzeninde ücret artışları emek verimliliğine bakılmaksızın gerçekleşiyordu, böyle bir şey uzun süre devam edemezdi. Öte yandan işçi sınıfı haklarını genişletme mücadelesine devam ediyordu. Bu şartlar altında sermaye köşeye sıkışmış kedi gibi işçi sınıfına saldırdı, haklarını daraltmak için. Bunu yaparken sermaye birikimi sürecinin dünya pazarları üzerinden gerçekleşmesi demek olan küreselleşmeyi başlattı. Bu manevra ile işçi sınıfının ulusal düzlemde yapmakta olduğu mücadele boşa düştü. Bir başka deyişle sermaye küreselleşme yolu ile sınıf mücadelesini ulusal düzlemden kaçırdı. Margaret Thatcher “başka alternatif yok” derken bence “başka çaremiz yok”  demek istiyordu ve kastettiği de önemli ölçüde bu idi. Küreselleşme güçlenen kriz eğilimlerine ve ulusal düzlemde giderek güçlenen işçi sınıfı mücadelesine sermayenin cevabı oldu. Bu iki süreç iç içe geçti. Kriz küreselleşme, balonlar, borçlanma ve kurtarmalarla ertelendi ama 2008’de patladı. Benim yorumum budur.
Adnan Bostancıoğlu’nun eleştirdiği “demokrasi ve sınıf mücadelesi” yazımda bu sürecin özellikle sermayenin küreselleşme yoluyla sınıf mücadelesini ulusal düzlemden kaçırması yönü üzerinde durdum. Küreselleşme süreci ilerledikçe işçi sınıflarının mücadeleleri sonuçsuz kalmaya başladı. Çünkü , dediğim gibi sermaye birikiminin dünya pazarlarında gerçekleştiği bir süreçte onlar ulusal düzlemde kaldılar. Bunu söylerken izleyebilecekleri başka bir mücadele çizgisi vardı da onu fark etmediler demiyorum ama sonuç böyle oldu. Zaten işin o kısmı buradaki tartışmamızın dışında kalır.
İşte bu yüzden Latin Amerika’daki sol hükümetler söylem düzeyinde bir sürü gürültü çıkarıyor ama yaptıkları sınırlı bir hayırseverlikten öteye gitmiyor ( Dün Chavez’in pirinç şirketlerine el koyduğu yazıldı, doğruysa bu farklı bir adım olarak tartışılabilir), işte bu yüzden ABD ve Avrupa işçi sınıflarının mücadeleleri ayaklarına basıldığında bağırmanın ötesine geçemez hale geldi. İşte bunun için Kadıköy’de 50 bin kişiden fazlası toplanmadı. Adnan Bostancıoğlu’nun dediği gibi mesela büyük şehirlerde yüz binlerce işçi ülkeyi sallasaydı da bir şey değişmeyecekti ( varsayımların tarihsel veya analitik anlamı olmalıdır, aslında böyle bir varsayım olmaz, çünkü asıl konumuz neden gelmedikleridir). Küreselleşme döneminin başında, yani herkes ulusal düzlemde mücadelelerin sonuçsuz kalmaya başladığını henüz fark etmediğinde Türkiye’de çalışanların gelirlerinde iki önemli sıçrama oldu. Birisi Zonguldak işçilerinin Ankara yürüyüşü sonrasında, ötekisi de Erbakan başbakan olduğunda. İkisi de enflasyon yoluyla hızla eridi. Türkiye’de sermaye bu ücretlerle rekabet edemeyeceğini, teknolojik atılım gerektiğini söylüyor. Neden ? Çünkü Hindistan, Çin, Pakistan, Bangladeş vb gibi ülkelerin ücretleriyle dünya pazarlarında mücadele edemezler. Türkiye bir anda kendini “yüksek ücret ülkesi” durumunda buldu !
Sınıf mücadelesinin nasıl seyredeceği sosyalistlere kalmış bir şey değildir. Bu da bir başka önemli konu aslında. Sosyalistler sınıf mücadelesinin kendilerinden sorulduğunu zannediyorlar. Böyle bir şey yok. Marx “tarihin motoru sınıf mücadeleleridir” derken tabii ki bunu kastetmedi. Şunun için söylüyorum: Adnan Bostancıoğlu’nun “o zaman sınıf mücadelesini tatile çıkaralım” sözü biraz böyle bir şey kokuyordu. Oysa, mesela yukarıda 1945’den beri olanları sınıf mücadelesinin belirlediğini anlatmaya çalıştım ama o sınıf mücadelesinin sosyalizm ile bir ilgisi yoktu. Dolayısıyla sınıf mücadelesi devam etmektedir. Sadece işçi sınıfı sosyalistlerin davetlerine ilgi göstermiyor. Bunu düşünmek lazım. Kadıköy’e neden gelmediler, düşünmek lazım ? Yıllardır gelmiyorlar, düşünmek lazım.
Bence onlar durumun farkında, küreselleşme gibi terimlerle ifade edemezler belki ama farkındalar. Sosyalistler ise şundan farkında değil :  talepleri hep “refah dönemi” tabir edilen dönemle ilgili. O geçti. Şimdi yeni süreçler işliyor, sosyalistler ise eski dönemin taleplerine takılıp kaldı.
Demokrasi tarihsel olarak ezilen sınıf ve/veya ulusların mücadeleleri sonunda ortaya çıkan bir şey. Dolayısıyla şimdi önemli olan çalışan sınıfların 2008 krizi ve neoliberal küreselleşme içinde sosyalistlerle buluşması nasıl olabilir, yoksa olamaz mı, bunu düşünmek.