“Amerika’nın önde gelen sosyal bilimcilerinden bir tanesi gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerden bahsederken...

“Amerika’nın önde gelen sosyal bilimcilerinden bir tanesi gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerden bahsederken şöyle bir ayrım yapar: Gelişmiş ülkelerde insanlar kendilerini başkalarının yerine koyabilir ve onların ayakkabılarının içinde ayaklarının olacağını farz ederek dünyaya o bakış açısı ile bakabilir. Oysa az gelişmiş insanların bakış açısında bu türden imajinasyon ve bu türden hayal gücü eksiktir. Ve şöyle bir anı anlatır ve Türkiye’ye gitmiştim der 1940’lı yılların sonunda. Ve işte çeşitli yerlerde çeşitli insanlarla temas ederken onlara sen başbakan olsan ne yaparsın diye sorduğumda bana, aman efendim estağfurullah başbakanlık bizim neyimize türünden cevaplarla devamlı olarak karşılaşırdım. Oysa New York’a döner dönmez daha bindiği ilk taksinin şoförüne sen Cumhurbaşkanı olsan ne yaparsın sorusuna çok uzun programların anlatımı ile karşılaştığını betimler. Ve ikisi arasındaki o büyük farkın aslında modernleşmiş toplumlarla, modernleşmemiş toplumlar arasındaki fark olduğunu iddia eder. Tabii bu 1940’ların sonlarındaydı. O zamanlardan bugünlere çok zaman geçti. Ve öyle sanıyorum ki artık sokaktaki insanımızın kafasında başbakan olsam ne yapardım sorusuna verilecek oldukça net cevaplar var. Bunlardan bazıları öç alma, hınç alma hesapları ama bir kısmı da tabii hepimizin idealist tarafına seslenen, daha iyi, güzel, aydınlık, temiz, özgür bir Türkiye’ye seslenen programlar da var. O yüzden bakalım bugün benim programımdan neler çıkacak umarım halkımızı ikna edici olurum ve bir sonraki seçimde de oyları toplarım. Havaya girdim galiba!

Ben Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesinden ve Avrupa ile bütünleşmesinden yanayım. Avrupa’nın bir parçası olmasından da yanayım ama kendi kimliğini korumak kaydıyla. Zaten herkes kendi kimliğini korumaya gayret ediyor. Bugün Avrupa topluluğunun da bir kimliğini koruma çabası var. Yani bırakın Avrupa Birliği’nin içindeki tek tek ülkeleri, bu birliğin kendisinin Amerikan kültürünün hegemonyasına karşı bir kültürel kimlik meselesi var. Ben niye Avrupa Birliği’nin şuanda bizim açımızdan tercih edilebilir kimlik olması kanısındayım? Şundan dolayı: günümüzde insanlığın uzun kavgalar, uzun savaşlar sonrasında oluşturduğu bir takım ortak değerler var. İnsan hakları gibi, özgürlük, eşitlik gibi. Bu ortak insani değerlerin, kendisini en iyi dile getirdiği bir hukuk dizgisinin, kuralların Avrupa Birliği çerçevesinde oluştuğunu görüyorum. Ama bu bizim ne Müslüman inancına sahip insanların çoğunlukta olduğu bir ülke olduğumuzun yadsımasına yol açar, ne de kendimize özgü kültürel özelliklerimiz olduğu gerçeğinin yadsınmasına yol açar, ne de başka bir şey. Zaten biz bu birliğe girsek de girmesek de kültürel kimlik kavgamız devam edecektir. Hani hiçbir bloğa dahil olmayan bir ülke de kültürel olarak yozlaşır. O bakımdan ben ülkemin AB’ye kararlı adımlar attığı bu süreci destekliyorum.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Florida eyaletinde üzeri örtülü olmayan cesetlerin gösterilmesine televizyon istasyonları ortak kararla karşı çıkmaya karar vermiş. Ve biz de olduğu gibi gazete kağıtları ile değil daha insana yakışır, yani gazete kağıdı uçar kan izlerini gösterir vs. o nedenle bir takım ölçüler konabilir. Bazı başka ülkelerde cesetlere belli bir mesafe ile yaklaşabiliyorsunuz. Bazı durumlardaki ki ben buna katılıyorum, intihara ilişkin ceset görüntüleri gösterilmemeli. Çünkü yapılan araştırmalar kesin olarak gösteriyor ki intihar ile ilgili gösterilen ayrıntılı haberler kafasına bunu takmış olan diğer insanların o davranışı taklidine yaklaşıyor. Yani intihar salgınlar halinde kendisini dışa vuran bir gerçeklik. O bakımdan bu tür sınırlamaların olması lazım. Ama bu sınırlamalar devletten geldiği zaman o sansürcü zihniyete giriyor nedense. Bunun yolu basın kuruluşlarımızın kendi aralarında öz denetim oluşturmasından geçer. Onları göreve davet ediyorum. Ve ben hükümet olarak bu konuda bir şey yapmayı kendi özgürlükçü anlayışıma ters buluyorum.

Ben Birleşik Sol meselesini Türkiye’nin son üç yıl içerisinde yaşadığı en büyük kara mizah olaylarından biri olarak görüyorum. Nedir Allah aşkına bu ya. Birleşik sol denen şey bundan üç sene evvel birbirleriyle geçinemeyen adamların ayrıldıktan sonra yani birbiriyle geçinemeyen karı-kocanın bir süre için ayrı evlerde oturduktan sonra gene birbirleriyle geçinmemek üzere bir araya gelmelerinden ibaret değil midir? Yani bu kadar gürültü, tantana, patırtı, enerji hani israftan bahsediyordum ya. Bir taraftan da liberal ekonomiyi savunanların lüks yaşamı körükleyerek getirdikleri insanlar var. Öbür taraftan da kendilerini sosyal demokrat olduğunu iddia edenlerin, kendi enerjilerini tamamen iç kavgalara ve verimsiz yerlere yönelterek neden oldukları israflar var. Bence hangisi daha vahimdir sorusuna cevap verebilmek çok kolay değil. o yüzden birleşik solun herhangi bir önemi olduğu kanısında değilim. Bunlar bir defa birleşik değil, aynı kavgalar devam ediyor. İkincisi bunlar sol değil. Bu büyük bir şaka yani.

Valla ben başbakanlığı daha zor bir şey sanıyordum. Pek o kadar da zor bir şey değilmiş. Yok, şaka yapıyorum ama insanlar yeni konumlarına çok kolay alışıyorlar. Türkiye’de öyle insanlar başbakan oldu ki, ben bile diyorum neden Haluk Şahin de başbakan olamasın veya başka bir yurttaşım neden başbakan olmasın! Türkiye çılgın bir küheylan. Yani onu idare etmek çok zor. Türkiye’nin sırtına bindikten sonra onu bir yönde koşturmak ve sırtından düşmeden o hedefe doğru ilerlemek fevkalade zor. Ben bunun ne kadar zor bir şey olduğunu biliyorum ama Türkiye’de yeni kadroların, gençlerin buna kendisini hazırlaması lazım. Beni en çok üzen şeylerden bir tanesi bizde ve bizden önceki kuşakta var olan toplumsal idealizmin yerini tamamen kişisel kendini kurtarma düşlerinin almış olması. Ama tabii bunu yaşlanmaya başlamış biri olarak söylemiyorum, çünkü bir önceki kuşak kendinden sonra geleni hep eleştirir ama bakıyorum da gençler bu konuda konuşurken hiçbiri de bana ‘benim idealim bir Anadolu kasabasına gidip oradaki gençlere ön ayak olmaktır’ demiyor. Bana ulaşan senaryolar daha çok kısa zamanda zengin olmak, kısa zamanda o arabayı almak, o tekneye sahip olmak şeklinde. Ve bence bu idealler gerçekleştikten sonra insanlar hayatlarının boşalmış olduğunu hissediyorlar.

(Radyo kayıt tarihi: 26.02.1995)