Seyahat etmek bizim işimizin bir parçası. Keyifli, yorucu, masraflı, eğlenceli, uzun, zahmetli ya da hepsi birden olabiliyor. Yollar zorludur...

Seyahat etmek bizim işimizin bir parçası. Keyifli, yorucu, masraflı, eğlenceli, uzun, zahmetli ya da hepsi birden olabiliyor. Yollar zorludur özellikle de nereye gideceğinizi bilmiyorsanız. Ben genelde bilmem. Daha doğrusu izlediğim çiçekler ve arılar beni nereye götürürse oraya sürüklenirim. Yani pek normal bir seyyah sayılmam. Herhangi bir sürücünün 6 saatte aldığı yolu ben iki-üç günde alabilirim. Her yer ilginç, her yer anlamlı. Kimsenin aldırmadıkları benim sevdiklerimdir.
Yollar doğanın haritalarıdır. Yollar bir ülkenin ekolojisinin ana hatlarıdır. Onları izlerseniz bir şeyler öğrenmek mümkündür. Eskiden işimiz zordu. Küresel Yer Gösteren Cihazlar denilen GPS’ler yokken nerede olduğumuzu ve hangi dağdaki hangi köye ne uzaklıkta olduğumuzu ya elimizdeki yetersiz haritalara bakarak ya da yol çatalında oturanlara sorarak bulurduk.
Ben köylerde kahvelerde yol sormam. Çünkü her köyde beş dakika planlanan mola, geceyi o köyde geçirmemizle son bulabiliyor. Laf lafı açar, her köyde bir okura, bir dervişe, bir filozofa, bir dertliye, bir âşığa rastlamak mümkündür ve o köyden hemen gitmek, çayın demlenmesini beklememek olmaz. Bir kere ayıptır, ikincisi istesem de gidemem. Hal böyleyken en iyisi hiç durmamaktır.
Ancak köy yolları tabela olmaksızın ikiye ayrıldığında yol sormak zordur. Evvela erkek milletinden olduğumdan her delikanlı gibi yol sormaktan hoşlanmam. İkincisi köy dışında ancak köy içinde barınamayanlar bulunur. Ahrazlar, deliler, sinirliler ve meşguller gibi. Hiç birinden sağlıklı bilgi alamadığımdan kaybolduğum çoktur.
Kent yollarında tabela çoktur ama hele Ankara gibilerinde hiçbir işe yaramaz. Şehirlerarası duble yollar ya da otobanlar hiçbir araştırmacının, seyyahın, meraklının ya da hayattan keyif alan, yolculukları yaşamın bir parçası olarak görebilenlerin seveceği bir şey değil.
Nasıl sevelim ki? Bu yollar doğanın katilleridir. Bu yollar amaçsız yolcuların ve gündönümü siyasetçilerin hayalidir. Bizim gibilerin değil.
Bilimsel çalışmalar böylesi yollardan en çok etkilenen omurgalı hayvanların iki-yaşamlılar (yani kurbağa ve semenderler) olduğunu gösteriyor. Manasız belgesellerden türlü örnekler verip sizi Afrika çöllerine götürerek gözünüzü boyamak yerine bizim buralardan bir örnek vereyim.
Araştırmayı 2008 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Giresun Üniversitesi’nden bilim insanları yapmışlardı*. Özellikle üreme döneminde hareketlenen kara kurbağaları gececi hayvanlardır. Gündüzleri taş altları, duvar oyukları ve başka minik dehlizlerde saklanırlar. Geceleri böcekleri avlamaya ve eş bulmaya çıkarlar. Yani mecburiyetten. Yoksa insanların dünyasında kimseye eyvallahları yoktur. Araştırmacılar Karadeniz’de iki ilçeyi birbirine bağlayan bir karayolunda yalnızca 47 km’lik bir kısımda bir saat içinde 121 kurbağa bulur.
121 can. 121 ölmüş ya da ağır yaralı minik beden. Birçokları için çirkin olduğundan yaşamasa da olur bir hayvan. Ruhsuz bir yolcu için “öteki” her zaman değersizdir, kalpsiz birisi için kendisi için anlamlı olan dışındaki herkesin ölümü kolaydır. İnsanın hiç yoktan yarattığı 47 km’lik bir ziftin pekinde yatan 121 cansız kurbağa ancak seyyahlar için değer taşır. Seyyah ile yolcu uzaktan bakan birisi için karanlık bir yolda ölmüş bir kurbağanın arkasından dökülen gözyaşı ile ayrılır.

*E.Çakır, B.Kutrup, U.Bülbül, H.Karaoğlu, Z.Çolak Yılmaz. Bufo bufo’nun Tamdere-Dereli Yolu Üzerindeki Ölümleri Üzerine Bir Araştırma. 19. Ulusal Biyoloji Kongresi. Trabzon. 2008. Sayfa 206.