Ertuğrul Mavioğlu, sansürü BirGün'e yazdı: Zorba

Araştırırsanız göreceksiniz;sansürün tarihi,Eski Roma’ya kadar uzanıyor. Başka bir ifadeyle tarihin en eski ve büyük devletine… Sansür,Latince ‘censor’ kelimesinden türemiş. Eski Roma’da ‘censor’lar,sayım ve ahlak işlerinden sorumlu görevlilermiş. Başka bir ifadeyle yurttaşı,onun sözünü,yaptığı işi ya da herhangi bir eylemini,devlet adına ayıplayan ve cezalandıran kişilermiş censorlar. Yani Eski Roma’nın profesyonel ahlak bekçileri,sınırsız yetkilerle donatılmış zorbalarıymışlar.

Anlaşılan o ki,devlet,devlet olalı beri,önüne gelen her şeyi;yani insanı,yani hayvanı,yani toprağı,yazıyı,çiziyi,güneşi,rüzgârı,bulutu,yağmuru ve akla gelebilecek bilumum canlı cansızı her türden varlığı,inhisarı altına almak istemiş. Ve bu sayede,o gün köleler ve özgür insanların neye inanmaları gerekiyorsa,yalnızca muktedir olana kulak vermeleri için akıl almaz bir çaba içine girmiş. İşte bu yüzden;bilimin,sanatın,kültürün tarihi,nasıl ki insanlık tarihi kadar eskiyse;engellerin,yasakların ve sansürün tarihi de o kadar eski. Dolayısıyla,tüm bu zorbalıklara karşı direniş tarihinin de geçmişi,çağlar öncesinden başlıyor…

Bugün bilim,sanat ve kültür alanında önemli gelişmelerden söz ediyorsak,bunun devletlerin baskı ve yasaklarına rağmen gerçekleşmiş olduğunu mutlaka anımsama zorunluluğumuz da var.

Mesela Sokrates düşüncelerinde ısrarcı olmasaydı,MÖ 399’da şehrin tanrılarını reddederek,gençleri zehirlediği gerekçesiyle yargılanmazdı. Baldıran zehri ile idam edilmeye götürülürken karısının,“Seni haksız yere öldürecekler” diye gözyaşı dökmesini ise “Ya haklı olsalardı?” diye yanıtlayamazdı. İşte o zaman,Sokrates’in büyük bir cesaretle canını feda ettiği yoldan,pek çok filozof geçemezdi ve hepimiz eksik kalırdık.

Mesela Giordano Bruno,Roma’nın orta yerinde yakılıp can vermekten kurtulmak için orta çağın en büyük otoritesi olan engizisyona boyun eğseydi,belki de Aristotalesçi kapalı evren tezine inanmaya devam eder;Kopernik’in tezlerine yüz çevirir ve bu koskoca sonsuzluğun içinde dünyadan başka gezegenlerin de olabileceğine ihtimal vermez;eksik kalırdık.

Mesela Nâzım Hikmet,hapislerde sürünmek yerine,‘toplumcu gerçekçi’ şiirden uzaklaşır;çiçeği,böceği,gökyüzünü yazmakla yetinir ve oyalanırdı. Nazım,o zaman hiç hapis yatmaz,vatan haini olmakla yaftalanmaz,muhtemelen şu dizeler onun aklına bile gelmez ve biz,çok eksik kalırdık:

“Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan,şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan,soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan,mızraklı ilmühalse,
vatan,polis copuysa,
ödeneklerinizse,maaşlarınızsa vatan,
vatan,Amerikan üsleri,Amerikan bombası,Amerikan donanması,topuysa,
vatan,kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

Nazım Hikmet 3 Haziran 1963’te sürgündeyken yaşama veda etti. Ona bir zamanlar “vatan haini” diyenler nerdedirler,ne yaparlar bilmek olası değil ama onlardan el alıp,sonraki yıllarda iktidar olanlar;bizzat tescilli memleket pazarlamacılığı ile iştigal ettiklerinden olsa gerek,vatan haini lafzını pek kullanmıyorlar.

Yeni trend;gözlerden kaçırılmak istenen sanata,duyulması arzu edilmeyen bilimsel gelişmeye ve neredeyse kültürel ilerlemenin her çeşidine ‘terörist’ damgası vurmak. O yüzden hükümet,Çayan Demirel’le birlikte yönettiğimiz Bakur’u sansürlerken önce kara propagandacılarını devreye soktu. Sadece Bakur’u çeken,yöneten,destek olan değil;onlara göre filmi izleyecek olanlar bile teröristti. Film yasaklandı,kimse izleyemedi ve herkes eksik kaldı.

Ama sakın endişe duyulmasın. Çünkü onlar,Bakur’un sadece fragmanını izleyip,ağızlarından salyalar dökerek,pervasızca saldırsalar da;bizler devletin çevirdiği filmlerin kalibresinin ne olduğunu artık ezbere biliyoruz. Üstelik bu karanlık filmlere karşı,hayli antrenmanlıyız da...

12 Martlara,12 Eylüllere,Özalcı liberalizme ve akıllı cihazları elimize tutuşturup aklımızı,zekamızı berhava etmeye çalışan tüm kurnazlıklara rağmen,hâlâ nasıl var olabildiğimize şaşıranlar şaşırmaya devam edebilirler.

Buna mukabil,tek gerçek siyasal eylemlerini;göklerden,parklardan,ormanlardan,derelerden rant devşirmek üzerine bina etmiş bu küçük zorbalar;düşünceyi,aklı,kültürü,sanatı yok edeceğini sanıyorsa büyük bir yanılgı içindeler.

Çünkü diyeceğiz ki inatla,sansürlesen de,yasaklasan da,hakkımızda davalar da açsan;özgürlüğe inananlar,bir adım bile geri kaçmayacak. İşte tam da bu nedenle bay zorba,orta yerinden çatlasan da #bakuruizlemeyenkalmayacak!