…Onat Kutlar ile alçak bombadan önce 10-15 günlüğüne Güneydoğu tarafına gittik, bir senaryo çalışması içindeydik.

…Onat Kutlar ile alçak bombadan önce 10-15 günlüğüne Güneydoğu tarafına gittik, bir senaryo çalışması içindeydik. Ona ben “bir senaryo çalışalım ama bu çalışma içerisinde filmi hiç konuşmayalım” dedim. Bir senaryonun, bir hikâyenin birinci yazımını bitirmiştim ben, kendisine verdim. Büyük aksaklıkları var, dedim, bunu yeniden yazar mısın dedim, o da evet dedi. Yazıp vereceksin bana dedim. Ve biz öyle bir çalışma dönemine girdik ki bunu hiç konuşmuyorduk onunla. Ama o çalışıyordu. Ama o bombadan bir iki gün önce yakın bir zamanda sana yazılı ilk çalışmayı vereceğim dedi. Ama bomba geldi. Onat’ı sırları ile birlikte götürdü. Onat’ı bir anı ile anlatmak şu anda benim için zor tabi onu bir anı olduğunu bile kabullenemiyorum doğrusu. Çünkü hep derler ya inanamıyorum, böyle bir ölüme inanamıyorum diye. İşte onun ilk kez gerçek olduğunu anladım. Eskiden hep derlerdi bunun ne anlama geldiğini anlamazdım. Şimdi anladım. Ama şimdi hemen her yerde bugünlerde bak Adnan senin radyo programına buraya geldim ve Onat’ın teksti çıktı önüme. Kısacık bir şey bunu okumak istiyorum: “ Tohum her zaman olduğu gibi uzaklardan geldi belki de. Tıpkı rüzgârla savrulan polen tozları gibi. Ama çiçek ve toprak hazırdı. Bundan eminim. Eminim, çünkü sırça köşklerinde yaşayan ahir zaman bilginlerinin söylediklerinin doğru olmadığını bilirim. Anadolu’nun ücra köylerinde, kasabalarında, kentlerinde çok yaşadım. Oralarda soğuk tandıra sokulmuş ısınmaya çalışan küçük kızların daracık gergeflerine işledikleri büyük dünyaları tanırım. Bir evden öbürüne geçen sular, acılar ve yoksulluklar ile birlikte geleceğin hayallerini taşır bunlar, o genç kızlar ve gergefler. Ve o hayallere ulaşamadı henüz bilginlerimiz. Belki birkaç sanatçı ulaştı. O kadar.’…

Aslında Türkiye de bir burjuva devrimi yaşanıyor. Tıpkı batının bir zamanlar yaşadığı bir burjuva devrimi. Şimdi gerçekten bir başka anlamda dolaylı olarak bir burjuva devrimi. En ilerici kesimin sanayi, ekonominin burjuva talepleri, toplumla ilgili özgürlüğü isteyen, sanatla ilgili olan kesimler artık o çevreler. Cebinizde artık paranız yoksa sinemaya bile zor gidersiniz. Bugün sinema pahalı. Bir işçi çocuğu nereye gitsin. Gittikçe hızlı değişimler yaşıyor Türkiye. Daha 10 yıl önce sinemalarda Orhan Gencebay’ın filmi altı hafta oynardı. Bugün oynayacak küçük bir mahalle sineması bile bulamıyor çünkü o insanlar sinemaya gidemiyorlar. Ben zannediyorum ki bir gün gelecek, değişimler o kadar çabuk gerçekleşiyor ki, bir Japon milyarder gelecek ya da bir Türk burjuvası ve bana diyecek ki “bir film yap bütün parasını ben veriyorum. O filmi alıp evinin duvarına asacak, Türkiye de sadece konuklarına gösterecek ve yeryüzünde sadece onun evinde var olacak o film. Belki bir gün böyle bir şey olacak…

Türkiye’de aslında iki kesim var, çok kabaca sınıflandırırsak: Batıya gitmek isteyenler ve kendine gitmek isteyenler” diye ikiye ayırabiliriz. Ebetteki Batıdaki bütün değerler sistemi insanlığın asıl hedefi olmayabilir. Orada da büyük enkazlar olabilir, büyük problemler olabilir ama ben aydınlanmacı düşünceye inanıyorum ve ya öyle düşünüyorum. Bunun bugünkü tüm yeryüzünde hayat tarzları açısından, insanlığın gelişimi açısından fizik olarak koşulları ortada. Şunu demek istiyorum kısaca, yeryüzüyle birlikte nefes almalıyız. Ben hiçbir zaman kendimi Türkiye’de film yapan bir sinemacı olarak düşünmedim, ayağım yeryüzünde. Yeryüzünde film yapan bir sinemacıyım. Her yeriyle teması olan bir halk, kendini en çok koruyan bir halktır, ulustur. Ne kadar çok Batıyla, ulusla ilişkilerimiz olursa kültürel anlamda hem ekonomi olarak büyük gelişmeler sağlanır hem de kültür ve sanat anlamında. Yani eğer burada İstanbul’da bir bale seyrettiğiniz zaman, bunu 45 yıl önce New York ta olup bitmiş olduğunu ve artık Batıda yapılmadığını bilmeliyiz. Bir ülkenin kültür ve sanatı, başka ulusların kültür ve sanatı ile temas ettikçe güzelleşir. Daha ulusallaşır, daha çok gelişir ve daha evrensel olur. Daha çok “yumurta – tavuk” örneği gibi. Ulusallaştıkça evrensel, evrenselleştikçe ulusal hale gelir. Bu yüzden de gümrük birliği gibi ve daha geniş çapta düşündüğümüz zaman yani bir ulusun, bir ülkenin tüm yeryüzü halklarıyla ve uluslarıyla ulaşacağı kuracağı her anlamdaki ilişkiler tabi ki o ulusun yararına olacak şeyler. Elbette yalnızca karşı tarafın yararına değil, yani emperyalist anlamda değil. Başka uluslarla da temas kurarsınız, ilişkiler kurarsınız ama bu karşı tarafın yararınadır. Ona emperyalist ilişki derler, o anlamda değil. Bütün ulusların yararına göre dengelenmiş ilişkilerden söz ediyoruz. Zannediyorum Gümrük Birliğinin çerçevesinde değil yalnız bu mesele Türkiye önümüzdeki yüzyılı hangi tarafta geçirecektir, budur önemli olan.

(Okuyucuya dipnot: “Ses Kasetleri” devam eden bir projem. Kitaba dönüşmeden önce ilk kez buraya alıntıladıklarımla sizlerle oluyor, 32 hafta boyunca devam edecek)