İstanbul’un yüzlerce, belki de binlerce sorununun içinde iki tanesi var ki, -aslında bunları tek bir sorun olarak görmek de mümkün...

İstanbul’un yüzlerce, belki de binlerce sorununun içinde iki tanesi var ki, -aslında bunları tek bir sorun olarak görmek de mümkün- son dönemde yeniden gündemimize yerleştiler. Tahmin edeceğiniz gibi, İstanbul Valisi Muammer Güler ve Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’tan söz ediyorum.
Bu iki devlet görevlisi, İstanbul’un başına sardıkları her dertten sonra siyam ikizleri gibi televizyon kameralarının karşısına geçip, kimsenin inanmadığı o bildik klişelerle “başarılarını” anlatırlar.
Geçen yıl yaşanan 1 Mayıs terörünün ardından isimleri “Gazcı Kardeşler”e çıkan ikilinin, deruhde ettiği görev gereği ‘eylemci’ kimliğiyle öne çıkanı, haliyle Celalettin Cerrah. Fakat, Vali Güler’in de hakkını yemeyelim; Cerrah’ı hiçbir eyleminde yalnız bırakmadı, hep sahiplendi.
•••
Birkaç gün önce BirGün’de Cerrah’ın ‘eylemlerinin’ dökümü vardı. Üstelik sadece ilk akla gelenler... Lübnan’a asker gönderilmesini protesto eden gençleri linç etmek isteyenler hakkında “vatandaşımız güzel tepki gösterdi” demesinden tutun da Hrant Dink’e suikast yapılacağı ihbarının aylar öncesinden bilinmesine rağmen önlem almamasına kadar uzanan bir felaketler dizisi...
Son büyük skandal, Münevver Karabulut olayı... Başı kesilerek öldürülen genç kızın ailesini suçladı Cerrah: “Takip etselermiş kızlarını..”
Bostancı operasyonunun adeta fiyaskoya dönüşmesinin ardından olayı bir başarı gibi sunmasının yanısıra, ölen polis için “kanını yerde bırakmadık” dedi. Bu söylem, zanlıyı sağ yakalayıp adalete teslim etme düşüncesinden nasibini almamıştır. Tam da yargısız infaz söylemidir. Yani, öldürmeye peşinen kararlı bir anlayışın ifadesi.
•••
Basında genel bir rahatsızlık hali gözleniyor, Güler ve Cerrah konusunda... Her iki bürokratın marifetleri artık ciddi bir kuşkuyla karşılanıyor. Güzel. İşlerini layıkıyla yapmayan, üstelik gündelik hayatımızda bunun sonuçlarını gazlanmaktan kör kurşunlarla can vermeye kadar geniş bir skala içinde ödediğimiz hataların bir bedeli olmalı. Ama gözden kaçan, dahası ısrarla kaçırılan bir husus var: Bu iki bürokrat İstanbul’un başına gökten zembille mi indi? Yok mu bunları atayan bir merci?
Türkiye’de valiler göreve Bakanlar Kurulu kararıyla atanıyor. Emniyet müdürleri de müşterek kararnameyle... Yani Bakanlar Kurulu’ndaki ilgili bakanların imzalarıyla...
Bu iki bürokratın atama tarihleri ne? 2003.
O sırada hükümette kim vardı? AKP.
Her ikisi de altı yıldır görevde. Bu süre boyunca hangi hükümetin himayesindeydiler? AKP.
Özellikle AKP’den demokrasi bekleyen liberal basına sormak gerekiyor. 1 Mayıs’larda İstanbul halkına hayatı zehir eden; bırakın 1 Mayıs’ı, takımlarına Beşiktaş’tan İnönü Stadı’na kadar eşlik etmek isteyen taraftarlara gaz bombası ve coplarla girişen, acılı bir aileyi, azarlayan bir tonla hizaya getirmeye çalışan, tek kişiye yönelik bir operasyondan 3 ölü 8 yaralı çıktıktan sonra “başarılıydık” diyen Emniyet Müdürü ve onun ‘şahidi’ Vali bütün bunlardan sorumlu, ama onları oraya atayan, görevde tutan hükümet, İçişleri Bakanı, Başbakan masum, öyle mi?
Allahtan, mızrak artık çuvala sığmıyor.
•••
Kapitalizme karşı emekten yana herkesin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun.