Hrant'ı kaybetmemizin üzerinden bir yıl geçti. Ama bugün meydanlarda toplananlar o günün anısını, Hrant'ın anısını hala canlı tutuyorlar. Hepimiz aynı acı,....

Hrant'ı kaybetmemizin üzerinden bir yıl geçti. Ama bugün meydanlarda toplananlar o günün anısını, Hrant'ın anısını hala canlı tutuyorlar. Hepimiz aynı acı, aynı öfke duygusuyla, aynı adalet talebiyle bir aradayız. Bu nedenle söyleyeceklerimin anonimliğinin farkındayım. Zaten sözler de ne zamandır anlamını yitirmiş gibi. Hrant'tan önce de, Hrant'tan sonra da çok konuştuk, çok yazdık, çok söyledik. Ama hiçbir söz 80 darbesiyle başlatılan, zirvesine Hrant Dink'in kat-liyle ulaşan toplumsal erezyonun önüne geçemedi. Çünkü hiçbir tarihte yüreklerin dili böylesine sağır olmamış; kan, şiddet, cehalet hiç bu kadar kutsanmamış, hava hiç bu kadar ağırlaşmamıştı. Ve sanıyorum tarihin hiçbir zamanında, hiçbir coğrafyada devletle toplum arasında böyle bir içice geçmişlik, böylesine bir suç ortaklığı yaşanmamıştı. Kabalığın, küstahlığın, bayağılığın, cehaletin, zulmün toplumsal her türlü görünümünü kahraman maskesiyle örten, işte bu suç ortaklığıdır. Katillerle, çetelerle, sürüp giden kirli bir savaşla, ABD tarafından tercih edilmişlikle, gençlerin kendi kanlarından imal ettikleri bayraklarla gurur duyulan bir ülkede yaşıyoruz. İşte böyle bir ortamda meşrulaştırılıyor kendinden farklı olanı yok etme hakkı. 'Bir bebekten bir katil yaratılıyor"

Hrant Dink suikastinin görünen yüzünde bir maktul bir katil birkaç da suç ortağı vardı. Peki ya diğerleri; cinayet ortamının hazırlanışını gün be gün izleyen cinayet anına tanıklık eden geniş bir insan kalabalığı, Türkiye toplumu, onlar neredeydiler? Olaya karışmadan bir kenarda duran ya da mahcubiyetle arkasını dönüp giden kalabalığın rolü neydi? Açıkça soruyorum; seyirciler masum muydu? Cevabı çok kısa.çok net; HAYIR! Tekli ya da toplu, katliamların bir daha olmaması için "Hayır" demek zorundayız; HAYIR, düzenleyici her kim olursa olsun bütün zulümlere yol veren kalabalıklardır, zulmün taraftarlarıdır.

Kötülüğü insani olmayan, şeytani bir dürtü olarak görmek ne kadar kolaylaştırıyor Hrant cinayetini tezgahlayanların işini. Çünkü böylelikle katilin, katillerin psikolojisinin bu toplumun psikolojisinin dışavurumundan başka bir şey olmadığı gizleniyor. Oysa bir toplumun sadık bireyleri başkalarının başına gelen kötülükleri yaparken ya da bunlara rıza gösterirken o toplumun inançlarından beslenirler. Bu inançlar bu topraklarda bütün bir 20.yüzyıl boyunca birikmişti. Tehcirle, savaş açılarıyla, kanla bastırılan Kürt isyanlarıyla, Varlık Vergile-ri'yle, 6-7 Eylül'lerle, Kanlı Pazar'larla, askeri darbelerin işkence tezgahlarıyla, Kızıldere'lerle, Nurhak'larla, idam sehpalarıyla, "Maraş"la, "Çorum"la, "Sivas"la, fail-i meçhullerle, "Hayata Dönüş" operasyonlarıyla, linçlerle, "papaz" cinayetleriyle çoğaltıldı. Hrant'ın ölümünden bu yana iştahla çoğaltılıyorlar.

Üzücü olan toplumun ve hayatını toplum kılavuzluğundan kazananların bütün bunları hiç sorgulamamasıdır. Sorgulamak bir yana toplum, bütün bir 20.yüzyıla damgasını vuran şiddetin ve Dink cinayetinden sonraki sürecin sarsıcı, yıpratıcı, felç edici etkilerini şaşılacak bir doğallıkla soğuruyor, emip yutabiliyor. Ama bu düştüğümüz durumun en kötü hali değil; daha da kötüsü, geçmişle hesaplaşmak yerine geçmişin utanç verici her anı sahiplenilip, katillere kahramanlık nişanları takılyor. Tehcir, soykırım, mukatele, sürgün; adı her ne olursa olsun, bir zamanlar bu toprakları paylaştığımız pek çok halkın maruz kaldığı kötü muamele ve çektikleri acılar sarılmak bir yana tekrar tekrar tazeleniyor. Ve bu topraklarda "Utanmaya dair, iyiliğe dair, insanca olanın çıkıp geleceğine dair, hiç olmazsa birinin diğerleri gibi davranmadığına dair... Hayalden ve beklentiden oluşmuş, her nasılsa bunca dayanıklı çıkmış bir yalan" bile çalınmıyor kulağımıza. Bir yalana bile ihtiyaç duyuyoruz.

Hrant'ın ölümünden sonra belki de bu yüzden acı, keder, öfke ve isyanın yanında utancı da hissetik. Ayıp bir şey yap-mışlıktan değildi utancımızın nedeni Hrant'ın azınlık olmasıyla, bize emanet edilmişliğiyle, misafirliğiyle, mazlumlu-ğuyla ilgili de değildi. Çünkü Hrant bizden biriydi, devrimciydi, içimizdendi. Belki bu toprakların bizden daha çok yerlisiydi. O bize ne kadar emanetse, biz de ona o kadar emanettik. Çünkü hepimiz aynı saflardaydık; hepimiz Hrant'la yol arkadaşıydık, yürünmesi zor bir yolun yoldaşlarıydık. Duyduğumuz utanç birlikte yürüdüğümüz bir arkadaşımızı, bir dostumuzu, bir yoldaşımızı, bir sevdiğimizi daha koruyamamış olmanın, belki de sağ kalmışlığımızın utancıydı.

Bu utanç, o büyük suç ortaklığına tanıklık etmenin utancıydı. Katili ya da katilleri koruyan güvenlik güçlerinden, valisinden emniyet müdürüne, adalet bakanından içişleri bakanına, tüm sorumluları görevde tutarak davayı karartan AKP itidarından, böyle bir iktidardan demokrasi ve özgürlük dilenenlerden, "ya sev ya terk et" çığlıkları duymaktan, beyaz berelilerden, sefilane komplo teorilerinden, Cumhurbaşkanı ve ordunun onaycı suskunluğundan, "ulusalcı" reflekslerden, "hepimiz Kürdüz hepimiz Er-meniyiz" sloganlarından rahatsız olanlardan, hepsinden önemlisi adaletin tecelli edeceğine dair bir parçacık bile inancımız kalmamasından kaynaklanan bir utançtı. Demokrasi ve insan haklarından söz edenleri terörist ilan edenlerden, cinayeti kınarken "ama"lı cümleler kuranlardan, Ermenilere yönelik kıyımı meşrulaştırmak adına İttihatçı paşalara iadei itibar sağlamaya çalışanlardan, savaşı ve tehciri toplumun ortak kararı ve "iyi"si gibi sunmak isteyen türedi tarih-perestlerden, onları büyük tez sahipleri gibi sunup tv kanallarında fütursuzca dolaştıran medyadan da utandık. Onlarla aynı coğrafyayı paylaşmaktan, aynı kimliği taşımaktan, aynı insan parantezi altına alınıp türdeş sayılmaktan utanmıştık aslında Acı ve öfkeyle yoğrulmuş bu utanç Hrant'ın ölümünden bu yana hiç düşmedi yakamızdan. Biliyoruz ki düşmeyecek.

Pasolini 1974'te yazdığı "Biliyorum" adlı makalesinde isyanını şöyle haykırmıştı: "Biliyorum, hükümet darbesi olarak adlandırılacak hareketin sorumlula-rı-nın adlarını biliyorum... Milano'da gerçekleştirilen Aralık 1969 kıyımının sorumlularını biliyorum... 1974 yılının ilk aylarında Brescia'da ve Bologna'da gerçekleştirilen kıyımla-rın sorumlularının adlarını biliyorum... Eski Faşistleri ve yeni Faşistleri, onlarla birlikte adı henüz bilinmeyenleri, ve benzerlerini kullanan "zirve"yi gerçekleştirenlerin adlarını biliyorum... Biliyorum, çünkü ben bir aydınım, olup biten her şeyi izlemeye, yazılan şeyi öğrenmeye, bilinmeyen ya da suskunluk perdesiyle örtülen her şeyi düşünmeye çalışan, birbirinden çok uzak olaylar arasında bile bağ kuran, bir bütün ve tutarlı bir siyaset tablosu oluşturan dağınık ve bölük pörçük parçaları bir araya getiren, keyfiliğin, çılgınlığın ve gizemin egemen olduğu izlenimini veren mantığı açığa çıkaran bir yazarım ben". Bu satırları yazmasından bir süre sonra fail-i meçhul bir cinayete kurban gitmişti Pasolini.

Hrant Dink sadece Ermeni olduğu için değil okuyan, yazan, düşünen ve söyleyen bir yazar, demokrasi ve insan hakları mücadelesi veren, toplumu saran sis perdesini aralamaya çalışan, perdenin arkasındakileri teşhir eden bir aydın olduğu için rahatsız etmişti katillerini. Artık şüpheye düşüyoruz; daha güzel bir dünyanın kendi umutlarımızdan başka habercisi var mı? Olmalı, mutlaka olmalı. Çünkü öldürülen her yol arkadaşımızla, umutlarımız biraz daha ekşitiyor.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli üzerine kaleme aldığı "Onbeşlere Ağıf'ında "Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz, alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz" demişti Nazım Hikmet. Çok fazla yangın gördüğümüzden olmalı, bugün Hrant'ı anarken gözlerimiz yaşlı bizim. Ama alnımız secdeye yine varmadı, alnımız secdeye hiç varmayacak; faşist saldırılara boyun eğmeyecek, ne sermayenin saltanatına ne karanlığın iktidarına biat edeceğiz. Bugün bütün diğer duygularımızı kesen isyan duygumuzla işte yine bir aradayız. 19 Ocak saat 15'te, inadına meydanlardayız. Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandığımız için, vicdanları uyandırmak için, tarihe bir not düşmek için, hiç bıkmadan söyleyeceğiz en güzel türkülerimizi; yitirdiklerimize dair, barışa dair, insanca yaşamaya dair, gelecek güzel günlere dair...