Dünya yoğun bir hafta geçirdi. 11 Eylül saldırısının şokunu henüz üzerinden atamayan Batı bu kez Londra Metrosunda yaşanan patlamayla sarsıldı...

Dünya yoğun bir hafta geçirdi. 11 Eylül saldırısının şokunu henüz üzerinden atamayan Batı bu kez Londra Metrosunda yaşanan patlamayla sarsıldı. Live Aid Konserlerinin muhteşem görüntüleriyle, Afrika'daki açlığın iç burkan görüntüleri aynı TV ekranlarına düşerken; G-8 Liderlerinin toplantılarıyla protestocuların polisle çatışmaları haber bültenlerinin ana konuları arasında yer aldı.

Dünya'nın eğemenleri görülen o ki BushBlair ekseninde geliştirdikleri dünya politikalarıyla bir "barış ve demokrasi yüzyılı" yerine küresel adaletsizliklerin derinleştiği; yoksullarla zenginlerin arasındaki uçurumun giderek açıldığı; savaşların terörü, terörün ise yeni savaşları kışkırttığı bir kaos dönemini yaratmış durumdalar. Taliban rejiminin yüz kızartıcı karekteri; Saddam diktatörlüğünün hiçbir koşul altında onaylanamaz özellikleri; El Kaide'nin "Batı' yla savaş-cihad" gerekçesiyle gerçekleştirdiği masum insanları katleden terörü Bush ve Blair'in öncülük ettiği politikaları meşrulaştırmak için yeterli değildir.

Canilerin metroya koydukları bomba kuşkusuz birçok masum insanın ölümüne yol açtığı için lanetlenmelidir, ama masum insanlar bombalarla sadece New York'ta, Madrid'te, Londra'da öldürülmüyor. Afganistan ve Irak'ta yaşananlar "demokrasi" vaadinin hiç de sunulduğu gibi olmadığını gösteriyor. Irak direnişinin bastırılması için yapılan uygulamalar; işkence baskı ve katliamla demokrasi götürmenin uyuşmasını imkansız kılıyor. Kapitalist küreselleşmenin yarattığı dünya tablosu; yoksulların öfkesini büyütürken zenginlerin bu "öfkenin" yıkıcı sonuçlarından kurtulmak için kendi "güvenlik"lerini ön plana almalarına neden oluyor. Afrika yoksulluğun; açlıktan ölümlerin; AIDS'in pençesinde kıvranırken;

Ortadoğu etnik ve dinsel çatışmaların baskı ve işgalin bütün sonuçlarını yaşarken, Latin Amerika ülkeleri krizlerin pençesinde kıvranırken bütün bu adaletsizliklerin üstünü baskı ve güç kullanarak örtebilmek mümkün müdür? ABD'nin, AB'nin ve diğer gelişmiş ülkelerin kendi refahlarını koruyabilmek için "güvenlik duvarları" örmeleri; kendi iç düzenlerinde yabancı olan her şeyden kuşku duyan bir ideolojik iklim yaratmaları her şeyden önce "çoğulcu demokrasi" fikrini tahrip ediyor. Bir kısır döngüyle karşı karşıyayız.

Batı "demokrasi" götürmek için diktatörlük rejimlerine karşı doğrudan müdahale silahına başvurdukça bunun karşılığını kendi topraklarında yaşadığı "terör" olaylarıyla alıyor. Terörü önlemek için ise "güvenlik" önlemlerini arttırdıkça yabancı düşmanlığı, polis devleti uygulamaları kök salarak Batı'nın "çoğulcu demokrasi" anlayışına darbe vuruyor. Oysa sorun sadece "demokrasi-terör" döngüsüyle sınırlı değil. Mevcut dünya sistemi sürekli zenginlerin daha zenginleştiği; yoksulların daha yoksullaştığı bir mekanizma içinde işlediği müddetçe bu kısır döngüden kurtulabilmak olanaksız..

Bu nedenle kapitalist küreselleşmeye karşı yükselen muhalefetin sorunun asıl kaynağına yönelik bir çizgi geliştirebilmesi son derece önemli. Evet terörü ,diktatörlük rejimlerini, Taliban türü dinsel bağnazlık üzerinde yükselen rejimleri lanetleyelim; ama bu küresel adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Bush-Blair çizgisine karşı Londra metrosuna bomba koymanın dışında muhalefet etmenin bir başka yolu geliştirilmek zorundadır.