TBMM, 1926 senesi, II. devre, 1 Mart Pazartesi günü, İzmir yangını kanunundan, dokuz zatın İstiklal Madalyası şeridinin kırmızıya tahviline dair tezkerelere dek bazı işleri görüşmek için toplanmıştır. Ancak o gün Ceza Kanunu layihası da görüşülecek başlıklar arasındadır. Meclis, daha iki hafta evvel Medeni Kanun’u kabul etmiştir.

İlk sözü alan Adliye Vekili Mahmut Esat Bey, “ceza kanunumuz çok serttir”; Adliye Encümeni Yusuf Kemal Bey ise, “kıskanç bir inkılabın kanununu yapmakta olduklarını” söylemiştir.

Bu ikiliden sonra, Dersim Mebusu Feridun Fikri bey söz almıştır. O, “İtalya gibi cürmün adedinin son dereceyi bulduğu bir memleketin ceza kanununda idamın ref edildiğini” hatırlatarak, “idamın heyeti içtimayiyeye hiçbir fayda temin etmediği” görüşünü savunmuştur.

Düşünsel, “garbın en esaslı hukukçusu Garo”dan alıntılara başvurarak, 1874 tarihli İsviçre Cumhuriyet Kanunu’nun 65. maddesiyle idam cezasının ilgasını, Romanya’nın bu cezayı 1864’te, Portekiz’in 1866’da, Felemenk’in 1870’de ilga ettiğini dile getirmiş, Belçika’da hukuken ilga edilmese bile fiilen tatbik edilmediğini, Fransa’da ceraimi adliyede idam mevcut olsa da ceraimi siyasiyede 1848’den beri mülga olduğunu anlatarak, “binaenaleyh idam cezasınının ceza kanunundan refini” teklif etmiştir.

Feridun Fikri Bey konuşması sonrası, idam cezasını düzenleyen TCK m. 125 ve 146’daki ünlü suçların (“vatan aleyhinde cürümler” ve “devlet kuvvetleri alyhinde cürümler”) cezalarının müebbet hapis şeklinde düzeltilmesi yönünde meclis başkanlığına bir takrir vermiştir (takriri daha geniştir). 1 Mart 1926 günü, TBMM’de İtalya’dan alınan Türk Ceza Kanunu görüşmelerinde söz alan ve idama karşı çıkan tek kişi, Dersim Mebusu Feridun Fikri’dir.

Mahmut Esat Bozkurt ve Yusuf Kemal Beylerin Feridun Fikri Bey’e cevap vermeleri ve gerçekleşen kafi müzakerelerin ardından reis, “kanunda geçen idam cezalarının ilgası ve layihadaki tüm idam cezalarının müebbet ağır hapis olarak değiştirilmesi” şeklindeki Feridun Fikri’ye ait teklifi okumuş; teklif reddedilmiş ve ceza kanunu Meclis’ten geçmiştir (T.B.M.M Zabıt Cersidesi, Devre II, İçtima III, Cilt 23, s. 4-19).

İdam cezası, tam üç çeyrek asır Türkiye’nin -ve belki de dünyanın- başına bela olmuştur. Bu çağdışı ceza ancak, 3 Mayıs 2002’de Avrupa Konseyi devletlerin kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek “Ölüm Cezasının Her Durumda Kaldırılması”na dair 13 Numaralı Protokol’ün imzalanması ve kabulüyle tarihe intikal etmiştir.

Feridun Fikri Bey, idama karşı çıktığında henüz ne İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, ne de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi vardı. O, büyük bir öngörü ve çağdaş bir yaklaşımla böyle bir ceza olamayacağını yüz yıl önce görmüş, “tek başına kalsa” da fikrini TBMM’de savunmuştu.

Sanki hiçbir gelişme yaşanmamış -1984’ten itibaren idam fiilen uygulanmadı-, Türkiye 2000’lerin başında 13 nolu protokolü imzalamamış gibi, AKP’liler, “halkımız isterse…” diyerek, “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaktan”, “idamı geri getirmeye” dek birçok karşı devrimci düşünceyi savunuyor.

Oysa Türkiye, Feridun Fikri’yi epeyce erkenden tanımış ve çağdaşlaşma yolunu yüzyıldan da uzun zamandır kat etmektedir.