oğuz oyan 1 Mart 2003 Irak Tezkeresi’ni yeniden düşünmenin zamanıdır. Bu tezkere, öncesi ve sonrasıyla da önemlidir. AKP iktidarının ilk yılı, onun emperyalizme bağımlı siyaset tarzının kodlarının erkenden çözülmesi bakımından da belirleyici niteliktedir. Konu ayrıntılı olduğu için başlıklar halinde özetlemek durumundayız. Daha ayrıntılı ve dönemin içinden yaptığımız değerlendirmelerimiz için Dünya Gazetesi köşe yazılarımıza -özellikle 7, […]

1 Mart Tezkeresi’ni  yeniden düşünmek

oğuz oyan

1 Mart 2003 Irak Tezkeresi’ni yeniden düşünmenin zamanıdır. Bu tezkere, öncesi ve sonrasıyla da önemlidir. AKP iktidarının ilk yılı, onun emperyalizme bağımlı siyaset tarzının kodlarının erkenden çözülmesi bakımından da belirleyici niteliktedir.

Konu ayrıntılı olduğu için başlıklar halinde özetlemek durumundayız. Daha ayrıntılı ve dönemin içinden yaptığımız değerlendirmelerimiz için Dünya Gazetesi köşe yazılarımıza -özellikle 7, 21, 28 Şubat, 9 Mayıs, 10 Ekim 2003 tarihli olanlara ve o dönemki Meclis faaliyetlerimize gönderiyoruz. CHP Grup Başkanlığı’nın Ekim-2003’te yayınladığı CHP’nin Irak Günlüğü derleme kitabında bizimkiler de dahil çok sayıda katkı bulunabilir.

1 MART ÖNCESİ: EMPERYALİZMİN TAKVİMİ ÇALIŞIYOR

• Irak’a yeniden müdahaleye çoktan karar vermiş olan ABD, ikinci Irak işgali öncesinde çevre koşullarını uygun hale getirmeye çalışmıştı. Bunun bir yönü müdahaleyi haklı çıkarma gayretleri, diğer yönü ise sahadaki ülkelerin aktif desteğinin sağlanmasıydı. Birinci müdahalede olduğu gibi (Irak’ın Kuveyt’e saldırtılması) BM nezdinde uluslararası bir hukuki meşruiyet üretememiş olan ABD, bir yandan “Saddam’ın elinde kitle imha silahları olduğu” yalanıyla sahte gerekçeler imal ederken, öbür yandan Irak saldırısında kuzeyden (Türkiye’nin Güneydoğusundan) bir cephe açmaya yanaşmayacağını belli eden Ecevit Hükümetinden kurtulmanın çaresini arıyordu. Dolayısıyla, henüz “Arap Baharı” ortada yokken, “ılımlı İslam” uygulamalarının bir ilk denemesi olarak Türkiye’de bir “seçimli sarı devrim” gerçekleştiriliyordu. 2001 kriziyle (ki bu krizin çıkmasında IMF’nin döviz çıpasına dayalı istikrar programının rolü belirleyiciydi) sarsılan 57. Hükümetin içten parçalanarak erken seçime zorlanması, yalnızca iç dinamiklerle açıklanamayacak kadar kaba bir senaryoydu.

• Partisi Kasım 2002’de iktidara gelen ancak kendisi -hukuki kısıtlarının kaldırılması sonrasında- ancak 9 Mart 2003’te tekrarlanan Siirt seçimleriyle Meclise girebilecek olan RTE, AKP Genel Başkanı olarak ABD’ye Aralık 2002’de yaptığı ziyarette, G.W.Bush’a Emperyal Otel’de bir dizi vaatte bulunuyor, “Biz özverilerde bulunduk, şimdi taleplerimizin karşılanmasını bekliyoruz” (NTV, 19 Şubat 2003) diyebiliyor, ama “özverilerin” ne olduğunu açıklamıyordu. Taleplerinin ise ABD’nin mali taahhütleri olduğunu biliyoruz: ABD, Türkiye’ye bu “hizmeti” karşılığında 8 milyar dolar hibe veya 32 milyar dolar kredi vermeyi taahhüt etmişti. (İzleyen aylarda AKP’liler bu miktarları daha yukarıya çekmeye çalışacaklar, ancak G.W.Bush tarafından “at pazarlığı yapmakla” suçlanıp azarlanacaklardı).

• 1 Mart Tezkeresinden üç hafta önce, 6 Şubat 2003 tarihinde AKP Hükümetinin TBMM’ye sunduğu “Türkiye’deki askeri üs ve tesisler ile limanlarda gerekli yenileştirme, geliştirme, inşaat ve tevsi çalışmaları ile altyapı faaliyetlerinde bulunmak amacıyla ABD’ye mensup teknik ve askeri personelin 3 ay süreyle Türkiye’de bulunmasına (…) Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesi” başlıklı tezkere, iktidar partisinin talebiyle gizli oturumda görüşülmüş ve çoğunluk partisinin oylarıyla geçirebilmişti. Ancak 6 Şubat Tezkeresi, tıpkı 1 Mart Tezkeresi gibi, Anayasa’nın 92’nci maddesinin “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına (…) izin verme yetkisi TBMM’nindir” hükmüne uygun değildi. Çünkü, ABD’nin BM’den yetki alamadığı işgal hazırlığı meşru değildi; üstelik birçok AB ve NATO ülkesi de bu işgali onaylamıyordu.

• Hemen iki gün sonra 8 Şubat’ta ABD ile bir “mutabakat muhtırası” imzalayan AKP hükümeti ABD muharip birliklerinin taleplerine uygun olarak “üs ve limanların modernizasyonu”na girişmişti. 1 Mart tezkeresinin geçeceği konusu o kadar garanti görülmekteydi ki, ABD birlikleri ve askeri teçhizatı İskenderun limanına indirilmeye başlanmış (bir bölümü zırhlı ve paletli 522 araç indirilmişti), ABD bölgede askeri depo ve tesisler oluşturmaya başlamıştı. Kızılay, 9 Şubat’ta, Silopi’deki deposuna olası sığınmacılar için 100 bin çadır göndermişti.

1 MART TEZKERESİ

• TBMM’de 1 Mart 2003 tarihinde reddedilen “TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için hükümete Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca yetki verilmesi” başlıklı savaş tezkeresi, 62.000 yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye’de kalmasını düzenlemekteydi. ABD, Irak’a kuzeyden yeni bir cephe açılmasını, TSK’nın da ABD’nin denetimi altında Irak’a sokulmasını planlamaktaydı. ABD askeri gücünün Güneydoğu’da ne kadar süreyle konuşlanacağı aslında belirsizdi.

• Oylamanın sonuçları nasıldı? Oylamaya 533 milletvekili katılmış, 264 kabul ve 250 ret oyu çıkarken, 19 çekimser oy kullanılmıştı. Bu sonuçlar önce AKP sıralarında sevinç gösterisine neden olmuş, ancak CHP’nin İçtüzük hükümlerini hatırlatması üzerine tezkerenin ret edildiği açıklanmıştı. Şimdilerde dahi bu sonucun nasıl ret anlamına geldiği tam anlaşılabilmiş değil; daha geçenlerde deneyimli ve dikkatli bir köşe yazarı (Ali Sirmen, Cumhuriyet, 5 Mart 2019) “kabul için nitelikli çoğunluk gerekiyordu” diye yazıyordu; oysa nitelikli çoğunluk için 330 milletvekili gerekirdi. (Sirmen, T. Kazan’ın bu konudaki düzeltmesini 8 Mart’ta köşesinde yayımladı). Bazıları da Meclis üye tam sayısının bir fazlası yani 276 tutturulamadığı için tezkerenin reddedildiğini sanmaktadır. Oysa, oylamalarda karar yeter sayısını düzenleyen İçtüzük 146. madde açıktır: “Oya konulan bütün hususlar (…) toplantıya katılan milletvekilllerinin salt çoğunluğuyla kararlaştırılır”. Yani 533/2= 267 kabul oyu gerekliydi. AKP, oylamayı 3 oy farkla yitirmişti.

• 2002 seçimleri sonrasında iki partili bir Meclis oluşmuştu: AKP 365, CHP 177, bağımsızlar 8 milletvekili çıkarmıştı. Bağımsızlardan da red oyu verenler olmakla birlikte, ibreyi terse çeviren ret veya çekimser oy kullanan 90 kadar AKP milletvekili olmuştu; bunların arasında bazı bakanlar da vardı. Gidişatı son süreçte belirleyen ise, 1 Mart günü CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile Genel Sekreteri Önder Sav’ın yaptığı etkili konuşmaların tereddütte olan kimi AKP’lileri etkilemesi olmuştu.

• Yasama organının yürütmeye karşı karar alma bağımsızlığını koruyabildiği örneklerin sayısı çok azdır ama 1 Mart 2003 oylaması, sonuçları bakımından benzersizdir. Bu arada AKP iktidarı ve RTE dış dünyada (özellikle Arap dünyasında, Rusya ve AB ülkelerinde, genelde dünya solunda) haketmediği bir itibara da mazhar olmuştur.

1 MART SONRASI: ABD’nin ŞAMAR OĞLANINA DÖNÜŞMEK

• AKP yönetiminin derdi ise farklıdır: ABD’nin açık desteğiyle iktidara gelen bu hareket, şimdi ABD’den üzerine gelebilecek misillemelerden kaygılıdır. Bu nedenle, bir yandan ABD’ye gönderilen danışmanlar üzerinden “deliğe süpürme, kullan” mesajını iletirken, öbür yandan ne kadar kullanışlı olduğunu ispatlamak için ABD ordusuna yeni kolaylıklar (artık mali karşılığı bile olmayan “özveriler”) sunma yarışına girmiştir.

• Tezkerenin mutlak savunucusu RTE Mart’ta Başbakanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra, Hükümet 20 Mart 2003’te Meclis’e üçüncü bir tezkere sunarak, ABD hava güçlerinin Türkiye hava sahasını -bir hava koridoru açılarak- kullanmasına ve TSK güçlerinin Irak’a yerleştirilmesine izin verilmesi kararını (CHP’ye rağmen) Meclis’ten geçirmişti. Aslında, bu tezkereyle Türkiye toprakları üzerinden bir transit geçiş hakkından fazlasını vermekteydi; BM’in 1974 tarihli 3314 sayılı kararı uyarınca, söz konusu olayda, ABD’nin Irak’a yönelik savaşına katılan yani komşu ülkeye “tecavüz eden ülke” konumuna düşmekteydi. 6 Şubat ve 1 Mart tezkerelerinde olduğu gibi bunun da uluslararası meşruiyeti yoktu.

• AKP/RTE iktidarının ABD’nin hışmından korktuğunu bu denli belli etmesi nedeniyle, 20 Mart’taki “ABD’ye yaranma tezkeresi”nin kabulü ve uygulanması da yeterli olmamış, ABD yönetimi Türkiye siyasetçilerini ve TSK’yı sıkıştırmaya devam etmiştir. 2003 Mayısı başında ABD Savunma Bakan Yardımcısı P. Wolfowitz “Türkiye hata yaptığını kabul etmeli”; “özellikle askerler kendilerinden beklenen güçlü liderliği gösteremedi” açıklamasını yaparken, Dışişleri Bakan Yardımcısı M. Grossman da “Wolfowitz haklı, onu dikkate alın” şeklinde bastırıyordu. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı A. Gül ise, Wolfowitz’in sözlerini “çok samimi ve pragmatik” bularak, kulağı çekilmeye müsait bir yönetim kadrosu oldukları algısını pekiştiriyordu. Nitekim bunun sonuçları gecikmeyecekti: Temmuz 2003’te Kuzey Irak’ta 11 Türk askerinin başına çuval geçirilmesi olayı, 1 Mart tezkesinin intikamı faslındaki bir “aşağılama” senaryosuydu. Buna bir nota verilmesi taleplerine, Başbakan RTE’nin “diplomatik notayı müzik notası mı sanıyorsunuz” şeklindeki karşılığı hala belleklerdedir. Hükümet sözcüsü de “önemli olan netice almaktır yani 11 (esir) askeri kurtarmaktır” diyebiliyordu. “Müttefik” ABD’den hesap sormak, onu özür dilemeye davet etmek gibi milli duruşlar “milli” iktidarımızın kavram dağarcığı içinde bulunmuyordu. (Daha sonra, TSK’ya Ergenekon-Balyoz kumpasları bu anlayışın uzantısında olacaktır. İ.Başbuğ’a göre -Cumhuriyet, 17 Şubat 2019-, 21 Ekim 2007’deki Dağlıca saldırısının arkasında da ABD vardı). ?BS

• Bir de Eylül 2003’te Anayasa’ya tam aykırılık teşkil eden bir tezkeresiz angajman vardır. Şimdilerde AKP’ye veya daha doğrusu RTE’ye alternatif olarak yıldızı tekrar parlatılmaya çalışılan A.Gül ve A.Babacan’ın da ipliğini pazara çıkaran bir anlaşma, Meclis’in bilgisi dışında, Eylül 2003’te imzalanmıştı. 8,5 milyar dolarlık kredi veya onun yerine 1 milyar dolarlık hibe şeklindeki bu anlaşma sıradan bir kredi/hibe anlaşması olarak gizlenmeye çalışılsa da, aslında Türkiye’ye açılacak krediyi ABD ile Irak’ta kurulacak askeri işbirliği şartına, bu arada “Türk askerinin Kuzey Irak’a gönderilmemesi şartına” ve her kredi diliminin açılmasını Pentagon’un vizesine bağlamaktaydı. Türkiye’nin dış politikasına o güne dek görülmemiş bir ipotek konulmaktaydı. Anamuhalefet bu teslimiyet anlaşmasını teşhir edip Anayasa 92’ye göre Meclis’e sevkedilmesi baskısını kurunca bu oldu bittinin de sonu gelmiş ve Meclis’ten kaçırılan bu anlaşma uygulanamamıştı.

ABD’ye rağmen iktidar olunamayacağına inanmış bir hareketin başı, 23 Eylül 2003’te Ataköy köprülü kavşak açılışında, “Dünyadaki gelişmeler eğer sizi dışlarsa, tamamen bitmiş olup tükenmiş olursunuz” diyebiliyordu. 2003 yılına dair anımsatmalarımız, şimdilerde bu iktidardan veya onun alternatifi olarak pazarlanmaya çalışılan eski AKP’li zevattan anti-emperyalist kimi duruşlar bekleyenler veya yeni sahte umutların peşine takılmak için sabırsızlananlar bir kez daha düşünsünler diyedir.