Her kriz bir öncekinden daha yıkıcı sonuçlar doğuruyor; çünkü egemen güçler krizi çıkartan veya derinleştiren yapısal unsurları değiştirmek bir yana daha da vahşice uygulamayı seçiyor.

2008-09 finansal krizini anımsayalım. Krizin fitilini ateşleyen türev finansal araçlar, ortaya çıkarttığı gerçek ise düzenin bozukluğu oldu. Finansal piyasaların sınırsız kâr hırsıyla dünyada herkesi borçlu bırakmasının ağır eşitsizliklere yol açtığı gerçeği gizlenemez oldu. Hak temelli ve yurttaşlık üzerine kurulu düzen, neoliberalizmin saldırısı ile yıkıldı on yıllar içerisinde; yerine ise borçlu tüketicilerle kimlikleri üzerinden ilişki kuran bir düzen kuruldu. Her şeyin piyasalarda alınıp satılabilir olduğu, sağlığın, eğitimin, emeğin, barınmanın bir hak olmaktan çıktığı, satın alabilme gücünün ve egemenlerle paylaştığınız kimlik özelliklerinizin temel güç olduğu bir düzen…

Şimdi koronavirüs krizi de hiç farklı değil. Krizin fitilini ateşleyen bu sefer bir virüs oldu. Ortaya çıkarttığı gerçek ise düzenin bozukluğu oldu. Sağlığın bir temel hak olmaktan çıkartılıp özelleştirmelerle sermayenin kar hırsına teslim edilmesinin, AR&GE faaliyetlerinin toplumsal etkilerini görmezden gelerek özel sektörün mülkiyetine sıkıştırılmasının, aşılar ve ilaçlara erişiminin tekel güçlere teslim edilmesinin yol açtığı adaletsizlikler gizlenemez oldu.

Sosyal devletin güçlü kurumsal yapısı neoliberalizmin elinde parçalandı. Devlet, yurttaşlarla hakları üzerinden ilişki kuran güçlü yapısından arındırıldı. Sosyal devletin bir ülkenin yurttaşı olmaktan gelen hak ile güvence sağladığı anlayış yıkıldı. Herkes bireysel kaderi ile baş başa bırakıldı. Devletin güçsüzlerle bir ‘hayırseverlik’ ilişkisi kurması verimli devlet diye pazarlandı.

Emeğin güvenceli çalışma hakkı, insanca yaşanacak ücret hakkı, örgütlenme hakkı yok edilerek, yerine sermayenin kar güdüsünü kondu ve bu da daha rekabetçi ekonomik düzen diye pazarlandı. Devletin hak temelli güvencesinin yerine borç veren finansal piyasaların kâr güdüsü kondu, bu da daha etkin ekonomik düzen diye pazarlandı. Borç kaygısıyla yurttaşlık bilinci köreltildi. İnanç, etnik kimlik, toplumsal cinsiyet üzerinden ayrıştırarak egemen güçlerin seçtiklerinin devlet imkanlarına erişebilmesi hakkı keyfi bir biçimde tanımlandı. Yani neoliberal düzen temel insan haklarını bir bütün olarak yıktı geçti. Bütün olarak…

Düzeni değiştirme ihtiyacı günden güne daha da belirginleşirken yıkımın bir “bütün” olarak yaşandığının altını kuvvetle çizmeliyiz. İhtiyaç duyulan değişim için ortaya konması gereken mücadelenin ve yeni programın ne olması gerektiğini belirleyecek olan bu bütüncüllük zira. Laiklik olmadan hukukun üstünlüğü kurulamayacak, hukukun üstünlüğü olmadan katılımcı demokrasi kurulamayacak, katılımcı demokrasi olmadan sosyal devlet kurulamayacak, sosyal devlet olmadan refah üreten ve eşitlikçi paylaşan bir ekonomi düzeni kurulamayacak… Sağlık hakkı, eğitim hakkı, inanç hakkı, emek hakkı, barınma hakkı, düşünce hakkı, farklı olabilme hakkı; bunların hepsini bir bütün olarak sahiplenecek bir talebin etrafında halkları buluşturacak bir siyasi irade artık bir zorunluluk. Kurtuluş için, düzenin değişebilmesi için, var olabilmemiz için…

İşte bu gerçek ışığında sadece birkaç gün içerisinde Saray rejiminin haklarımıza karşı açık saldırısı karşısında güçlü bir duruşa ihtiyaç her zamankinden daha da yüksek.

Diyanetin Cuma hutbesinde LGBTİ+’lara yönelik işlediği nefret suçu ve ayrımcılık karşısında hepimizin sesi olan barolarla ortaklaşmak bir yeniyi mümkün kılacak. Toplumsal cinsiyet eşitliğini krizlere feda etmemek konusunda ısrarcı olmak bir yeniyi mümkün kılacak. Piyasalara teslim edilmemiş, güçlü bir sosyal devlete dayanan bir ekonominin yüzde 1’e karşı yüzde 99’u koruyacağı gerçeğinde tüm emekçi sınıfları buluşturmak bir yeniyi mümkün kılacak. Virüslere karşı, darbe girişimlerine karşı halkı koruyacak olanın daha baskıcı ve cezacı bir devlet değil demokratik, katılımcı ve şeffaf kurumlar üzerinde yükselen bir devlet olduğu gerçeğini yüksek sesle dillendirmek bir yeniyi mümkün kılacak.

Ve işte o yeni var olduğunda anayasamızda yazan ‘demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti’ gerçek olacak. Anayasa var olacak. Ve işte o yeni var olduğunda 28 Nisan Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü’nde iş kazalarında kaybettiğimiz binleri anacak, yeni kayıpların olmaması için düzenlemeler yapabileceğiz. Ve işte o yeni var olduğunda 1 Mayıs’larda emekçilerin ‘geçinemiyoruz’ endişesini değil dayanışma ve örgütlenmenin gücünü yansıtan coşkularını meydanlarda buluşturacağız, yüzde 99’un düzenini kuracağız.

İşte o gelecek için bugünden laiklik, hukuk, demokrasi ve sosyal devlet talep ediyoruz! Talep etmeye de devam edeceğiz.