Avustralya’nın Melbourne kentinde, 1856’da, işçiler tam bir gün iş bırakma kararı almıştır. Öylesine bir birlik duygusu uyandırmıştır ki eylem, her yıl aynı gün iş bırakıp, dayanışma amaçlı bir sosyal beraberlik günü olarak düzenleme kararı verilmesine yol açmıştır.

1 Mayıs olmasaydı 21 Nisan olacaktı

Mehmet ERDEM

Elbette, 1 Mayıs’ı dünya proletaryası ile tüm emek güçlerine kazandırmanın onuru Amerikan Haymarket direnişçilerine ait. O büyük işçi katliamından doğmuş bir gün olsa da aslında işçilerin bir günü olması gerektiği fikri Amerikan işçi sınıfına ait değil. Kimin aklına gelişse, hepsine sevgi, saygı elbette ama hakkı da teslim etmeli.

Biliyoruz, bu konuda en açıklayıcı yazıyı yoldaşımız büyük Rosa Lüxemburg kaleme almıştı, 1894’de. Ondan okuduğumuza göre, sekiz saatlik iş gücü mücadelesinin kıyasıya sürdürüldüğü Avustralya’nın Melbourne kentinde, 1856’da, işçiler “tam bir gün” iş bırakma kararı almıştır. 21 Nisan’da bu kararlarını yaşama geçirince ülke işçi sınıfı pek mutlu olmuştu diye yazar yoldaş. Öylesine bir birlik duygusu uyandırmıştır ki eylem, her yıl aynı gün iş bırakıp, dayanışma amaçlı bir sosyal beraberlik günü olarak düzenleme kararı verilmesine yol açmıştır. Şimdi nasıl basit geliyor ama bu sekiz saatlik iş gücü mücadelesi çok ama çok önemliydi. Büyük Marx muhteşem eseri Kapital’in birinci cildinde “köleliğin yenilgisinin ön koşulu” olarak değerlendirir bu uğurdaki kavgayı.

İLK GREVCİLER MAHKUMLARDI

Avustralya’da bu tür bir mücadelenin başlaması rastlantı değildi tabii. Öncesi de var elbette. İngiliz devleti, on sekizinci yüzyıldan itibaren suçluları (çoğu emekçiydi bunların) Avustralya’daki cezaevlerine naklediyordu bilindiği gibi. Bu suçlular mahkumiyetlerini ağır çalışma koşulları içinde çekiyordu. O koşullarda bile, hükümlü işçiler örgütlenmekten geri durmadılar. 1791’de Avustralya’da ilk grevin hükümlüler tarafından, tayınların günlük verilmesi amacıyla yapıldığı arşivlerde var. 1822’de yine daha iyi tayın almak için sendikalaşma mücadelesi veren bir hükümlü bir ayı hücrede, beş yıllık hapisle cezalandırılmıştı. Yüz de kırbaç cezası almıştı tabii. Yani Avustralya mahkum emekçilerin direnişleriyle başlayan zengin emekçi mücadelesine sahip bir ülkeydi o tarihte bile.

İşçileri suçlu kabul edip, adi suçlularla da birlikte tabii, Avustralya’ya süren İngiltere’de egemenleri çok uğraştırmıştır İngiliz emekçileri. Bu ülkede ilk genel grevi düzenleyen Çartist hareket mensuplarıdır. Grevi bastırmak için her yolu kullanan İngiliz egemenleri bazı Çartist liderleri asmıştır da. Ama kolay değildir bastırmak emekçi hareketini. 1839’da bazıları silahlı 10 bin Çartist tutuklu yoldaşlarını kurtarmak için hapishaneleri basmıştır, örneğin. Buna Newport Kalkışması denir. Kalkışmanın önderlerini katletmiştir İngiliz Krallığı.

DEVRİM GİBİ KARAR

İşte Avustralya’ya “mahkum” olarak gönderilenler arasında bu Çartist eylemciler de var. Onlardan ne görmüşse Avustralya emekçisi, uygulamıştır. İş bırakma düşüncesinin özendiricisi de Çartist hareket mensuplarıdır bir anlamda. Kolay gibi gelebilir ama o dönemler Avustralya’da iş bırakma, işi yavaşlatma gibi eylemler bedeli çok ağır ödetilen mücadele türleriydi. İşveren, başta polis örgütü olmak üzere ne kadar tetikçisi varsa, işçi önderlerini, aktif işçileri kolayca katlettirmiştir onlara. O nedenle Avustralyalı işçilerin bir gün bile olsa iş bırakma kararı almaları büyük cesaretti. O kararların alınması da devrim niteliğindeydi. Avustralyalı emekçilerin bu eylemi elbette hızla başka ülke emekçileri için de örnek oldu. Onları ilk izleyenler de Amerikalı işçilerdir. 1886’da 1 Mayıs’ın evrensel çapta iş bırakma günü olması gerektiğine karar verdi Amerikan emekçileri. Tam 200 bin kişi iş bıraktı, sekiz saatlik işgünü taleplerini yeniledi o gün. Irk ayrımının dorukta olduğu o günler Amerika’sında, beyaz, siyah tüm işçiler birlik içinde yürüdüler. Ama 4 Mayıs’ta kıyamet koptu. İşveren örgütlerinin, polisin, sınıfına ihanet eden işçilerin saldırısıyla kan döküldü, onlarca, çoğu kadın, işçi yaşamını yitirdi.

Avrupa’daki işçi hareketi de güçlenmektedir bu arada. Müthiş bir canlılık vardır proletaryada. Bunun en güçlü göstergesi 1889’da yapılan Uluslararası İşçi Kongresi’dir, malum. Kongreye katılan dört yüz delege sekiz saatlik işgününü ilk talep olarak duyurdular tüm dünyaya. Fransız, Bordo’lu işçi Lavigne’den söz eder Lüxemburg. Bu talebin tüm ülkelerde iş bırakarak dile getirilmesini akıl eden bu işçidir. Amerikan işçilerinin delegesi de Haymarket katliamının ardından dört yıl sonra yoldaşlarının 1 Mayıs 1890’da greve gittiğini anımsatarak 1 Mayıs’ı önerir. Aslında hiç birinin aklında bunu her yıl tekrarlamak yoktu. Uzun mücadeleler sonucu sekiz saatlik işgücü talebini kabul ettirdi işçiler. Ama artık 1 Mayıs benimsenmişti bile. İşçilerin burjuvaziye karşı mücadelesi sürdüğü, tüm talepler karşılanmadığı sürece 1 Mayıs bu taleplerin dile getirileceği gün olacaktı. Öyle de oldu.

BİZE HER GÜN BAYRAM

İşçi hareketi bu. Emekçi dayanışması en uzak yerlere uzanır elbette. Osmanlı topraklarına da gelmesi doğaldır tabii. İzmir’de, 1905’de kutlar emekçilerimiz günlerini. İstanbul’a kutlanması hayli sonradır, 1910’dur ilk kutlandığı tarih. Sonra, emperyal kuvvetlerin işgali altında, 1920’de yine çıkarlar meydana işçiler. Haliç’ten Karaköy’e yürürler, oradan Beyoğlu’na. Ertesi yıl yine tekrarlanır kutlamalar. 1923’de bir daha. Her gösteride çok sayıda işçi tutuklanır, dövülür ama engellenemez yine de 1 Mayıs. Cumhuriyet sonrası gelişmeler başka bir yazının konusu olacak kadar uzun.
Yani, bizim için bir şey fark etmeyecekti belki ama 1 Mayıs’tan önce 21 Nisan’ı uluslararası birlik, dayanışma, mücadele günü olarak kutlayacaktık belki. Ben ikisini de bayram olarak kutlamaktan yanayım elbette.
Hem “emekçiye her gün bayram” demişler ya.
Böyle değil miydi bu cümle?