Fahrettin Engin Erdoğan 19 yıldır DİSK, KESK ve emek çevreleri için 1 Mayıs afişleri tasarlıyor. Onca yıl emekçiler/işçiler 1 Mayıs’ta meydanlarda bayramlarını kutlar, demokratik hak ve özgürlük mücadelesi verirken, afişleri; direnişin sloganlarına dair görüşlerini temin edebilecekleri özgül zeminlerin adreslerinden oldu. Görsel düzenlemesi çarpıcı, basit ve yalındı, anlaşılabildi/paylaşılabildi. Tarihi yakalayan afişlerdi bunlar. Belleği canlı tutan… İmgelerin […]

Fahrettin Engin Erdoğan 19 yıldır DİSK, KESK ve emek çevreleri için 1 Mayıs afişleri tasarlıyor. Onca yıl emekçiler/işçiler 1 Mayıs’ta meydanlarda bayramlarını kutlar, demokratik hak ve özgürlük mücadelesi verirken, afişleri; direnişin sloganlarına dair görüşlerini temin edebilecekleri özgül zeminlerin adreslerinden oldu. Görsel düzenlemesi çarpıcı, basit ve yalındı, anlaşılabildi/paylaşılabildi. Tarihi yakalayan afişlerdi bunlar. Belleği canlı tutan… İmgelerin kavramsal olarak da doğru kullanıldığı, aynı zamanda figüratif veya tipografi tabanlı 26 adet 1 Mayıs afişi ardı sıra belgesel nitelik de taşıyordu. Tüm afiş tasarımları direnişin kamusal alanında 19 yıldır görsel iletişimi sağlıyordu ve emekçileri birleştiren, organik, ortama karşı uyanık, anlaşılır bir şekilde formüle edilmişti.

Grafik tasarımcı Pierre Mendell’in dediği gibi yani: “İyi bir afişin açıklanmaya ihtiyacı yoktur.”

Türkiye’nin son 20 yılının önemli siyasal dönemeçlerine eşlik eden, afişlerde yer alan sloganlardan bazıları: Küresel sömürgeciliğin emeği kuşatmasına hayır, Savaşı ve katliamı, sömürü, talan ve işgali kim yapar? Biz değil!, İkili Görev: 1 Mayıs 77 katliamı aydınlatılsın! Taksim emekçilere açılsın, Milyonlar aç, milyonlar işsiz. İşte kapitalist sisteminiz!, İnsanca, özgürce, kardeşçe yaşamak için 1 Mayıs, Ne kavgamız bitti ne de sevdamız!

Sanatçının sözleri de süreci anlatıyor;

“Sınıfsal konumun, politikaların, strateji ve taktiklerin belirgin/net olduğu ve buna bağlı olarak da moral değerlerin, kültürel, sanatsal, ideolojik ve estetik tercihlerin olgunlaştığı ’80 öncesiyle; her şeyin belirsizlikler içinde yüzdüğü, kafa karışıklıklarının, dağınıklığın, atomizasyonun, had safhada yaşandığı yakın tarihimizin estetik algısını karşılaştırmak oldukça zor.

Örgütlü/kolektif/toplumcu dönemden ‘yükselen değerler’ dönemine adım attığımızda, bireyin moral değerlerine şekil veren iç çatışmalarının sıkıntılarını da yaşadık. 80 öncesine ‘öykünen’ ve ‘yeniyi’ yakalamakta sancılar yaşayan bu süreçte yayınlanan afişler bir nevi ‘duvar gazetesi’ gibi çıkartıldı çoğunlukla ve çarpıcılık etkisini kaybettiler.

Bitmeyen biçim ve içerik tartışmalarına, kalabalık söz yığınları, yeni renklerin ve motiflerin kolayca kabullenilmeyişleri eşlik etti. Sözgelimi, kırmızıdan elbette vazgeçilmedi ama mor, turkuaz, yeşil ya da turuncu tonları veya yan yana geldiğinde başka anlamlar yüklenen renkleri benimsemekte ve kullanmakta zorlanıldı.”

Erdoğan’ın afişlerinin tümü 15 Mayıs’a kadar Divriği Kültür Derneği Mehmet Atay Sergi Salonu’nda izlenebilir. Sergi bütün olarak izlendiğinde görülecektir ki afişler, emek hareketinin tarzını çok iyi yansıtıyor ve son tasarıma kadar 77 1 Mayıs’ının belleğini koruyor. Unutturmuyor.

Sergi öncesi merak ettiğim şey sanatçının, meydanlarda yüzbinlere moral ve güç veren tasarımlarının sergi alanına taşındığında nasıl bir etki yaratacağıydı? Çünkü onlar yalnızca emek hareketinin imgeleri değil, aynı zamanda kamusal alana (1 Mayıs alanına) ve doğal olarak sokaklara özgü imgelerdi ve başta da yazdığım gibi organikti, alanlarda ve işçilerle beraber olmaya alışıklardı! Kafamda sorular vardı ama asıl soru şuydu: Afişleri sergi salonuna taşımakla plastikleşecekler ya da nesneleşecekler miydi? Hemen kendi adıma yanıtını vereyim, benim için öyle olmadı. Afişlerin önünde tek tek geçerken gözlerimin önünde alanlardaki kalabalıklar ve coşku, kulaklarımda sloganlar, marşlar ve türküler yeniden canlandı. Çok anı canlandı, çok insan canlandı… Bir de 77 1 Mayıs’ı…

Artı 1 tv kanalında Nazım Alpman ve Derya Diblen ile söyleşisini izledim. Değerli arkadaşım/yoldaşım Fahrettin’le görüştüm. Üç yıl önce DİSK Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi Müdürü iken Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısından bahsetti, okudum. Her ikisinde ortak bir konu gündeme gelmişti. Katliamlarda ölenlerin sayı ile ifadesinden rahatsızdı. 77 katliamında savcılığın verdiği isim listesiyle (35 kişi, isimleri tek tek yazılı), DİSK’in bir yıl sonra hazırladığı afişte geçen ölenlerin listesinde (isimleri tek tek yazılı) yedi ismin farklı olduğunu söylüyordu. Eklendiğinde sayı 41’e çıkıyordu. Bir de 77 1 Mayıs’ından 15 gün sonra çıkan Devrimci Yol Dergisi’nin 2. sayısında her iki listede olmayan bir isim daha veriliyor ki (Mehmet Ali Kol), bu isim diğer iki listede bulunmuyor.

Yazısında her iki listeyi isimleriyle karşılaştırıyor: “Eldeki listeleri doğru kabul edecek olursak (…) 42 kişinin öldürüldüğü sonucu çıkıyor karşımıza. (…) Sevindirici bir gelişme ise 2010’da yaşandı. Hülya Emecan’ın ölmediği, tutuklu kaldığı süreden kaynaklı olarak isminin kayıplar listesine alındığı gazetelerde yer aldı” diyor.

1 Mayıs Türkiye Emek Hareketi Sergisi geçmişi anımsatırken geleceğe umut taşıyor.

Afişleri toplu olarak gördüğünüzde sizi de bellek yolculuğu bekliyor. Kaçırmayın… Unutmayın, unutturmayın…