Türkiye’de gençlik kesimlerinin bugün karşı karşıya kalmış olduğu şartlar da bu tarihsel sürecin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Günümüzde gençlik ve gençlik mücadelesini konuşurken kullanmış olduğumuz kavramlar ile işçi sınıfı ve emek mücadelesini konuşurken kullanmış olduğumuz kavramlar da bu süre içerisinde hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştı ve iç içe geçti. Geleceksizlik ve güvencesizlik gibi kavramları bu bağlama rahatlıkla yerleştirebiliyor ve sermayenin lise ve üniversite dolayımıyla gençlere yönelik saldırısını anlayabiliyoruz.

1 Mayıs: Yarın’a selam

SOL GENÇ

1856 yılında Avustralyalı taş ve inşaat işçilerinin Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento binasına gerçekleştirdikleri yürüyüş, 1 Mayıs’ın miladı olarak gösterilir. Kökleri, çalışma saatlerinin 8 saate indirilmesi mücadelesine dayanan 1 Mayıs, 1889 yılında 2. Enternasyonal kongresinde alınan kararla bu talebin ve bu talep etrafında ortaya çıkan gelecek tahayyüllerinin simgeleştiği bir tarihtir. Kapitalizmin dayattığı vahşi yaşam koşullarına karşı insanca bir çalışma ve yaşam talebini bağrında taşır ve böylelikle yalnızca gündelik bir takım kazanımların ötesinde bir anlama kavuşur.

20. yüzyılın ikinci yarısı, dünyada gençlik hareketlerinin en yoğun yaşandığı yıllar olmuştu. Gençler bu toplumsal hareketler içerisinde dinamo görevi görmüş, hem sınıf mücadelesinin hem de toplumsal muhalefetin çemberini genişletmiş, denilebilir ki ona ruhunu vermişti. Aynı yıllar bir sosyal devlet/refah devleti anlayışının dünyanın çeşitli yerlerinde uygulandığı yıllardı. Eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçların sermayeye bağımlı kılınmadığı, asgari düzeylerde bir kamusal anlayışın varlığı toplumsal bir kazanım anlamına geliyordu. Bir dizi mücadelelerin sonucunda ortaya çıkan bu kazanımlar aynı zamanda yeni bir dünya hayal etmenin, geleceği kurma iradesinin önünü açıyordu. Ancak 20. Yüzyılın sonu her şeye rağmen işçi sınıfının yenilgisi ve sermayenin zaferiyle sonuçlandı. Gemi azıya almış kapitalizmin toplumun bütün kesimlerine yönelik saldırısı da gün geçtikçe artmaya devam etti. Sermaye yalnızca mevcut kazanımlara karşı değil, olası bütün karşı koyuş biçimlerini de yok etmeye yarayacak bir mekanizma ile hayata saldırdı. Sınıfın hem mekânsal hem de psikolojik parçalanması, çalışmanın esnek ve güvencesiz hale getirilmesi bu saldırının ürünleri oldu.

Türkiye’de gençlik kesimlerinin bugün karşı karşıya kalmış olduğu şartlar da bu tarihsel sürecin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Günümüzde gençlik ve gençlik mücadelesini konuşurken kullanmış olduğumuz kavramlar ile işçi sınıfı ve emek mücadelesini konuşurken kullanmış olduğumuz kavramlar da bu süre içerisinde hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştı ve iç içe geçti. Geleceksizlik ve güvencesizlik gibi kavramları bu bağlama rahatlıkla yerleştirebiliyor ve sermayenin lise ve üniversite dolayımıyla gençlere yönelik saldırısını anlayabiliyoruz.

Bugün işini severek yapan işçi ile hevesle seminerlere koşturan, bilgiyi ve öğrenmeyi bir sermaye olarak kazanan öğrenci arasında ayrım biçimsel kalıyor. Bu her türlü bilginin ve öğrenmenin “sermaye olarak kullanılabilirliğine’’ odaklanması itibariyle öğrenci gençliğin bilindik karakterinin tahribatı anlamına geliyor. Bu durumda öğrencinin boş zamanı, okul giderlerinin karşılanması için yarı zamanlı çalışmaya, son derece belirsiz bir gelecekte, güvencesiz iş koşullarında kullanılmak üzere de kendini geliştirme ve sertifika alma faaliyetine dönüşüyor. Öğrenci gençleri, bu verili durumu kabul etmeye yönlendiren ideolojik propagandaya göre gençlerin kendini geliştirmesi için her türlü imkân da sağlanmıştır ve ortada bir geleceksizlik varsa yazılım öğrenmediği için bu, gençlerin suçudur(!)

Sermayenin saldırısı, bilimsel bilginin ve akademik üretimin kaynağı olarak da üniversitenin anlamını ortadan kaldırıyor. Zamanla ‘’işe giriş ehliyeti’’ halini alan üniversite diploması da yok hükmüne kavuşuyor. Çünkü artık geleneksel kurumların varlığını da tehdit eder bir sistemle karşılaşılıyor. Üniversite bitirmenin en basit haliyle gelecekte iyi bir iş bulma anlamına geldiğini kabul edersek, bunun insanların bağımsız ve kendi ayakları üzerinde duran, aile kuran ‘’yetişkin’’ bireyler olarak hayata atılmaları beklentisi olduğuyla karşılaşıyoruz. Ancak düzenli ve güvenceli bir iş bulmak, yeterli maddi gelire sahip olmak, binlerce üniversite mezunu işsiz gencin var olduğu gerçeği karşısında ayrımları imkânsızlaştırıyor. Bu haliyle gençlikten kategorik olarak ayrılmak ve klasik manada olgunluk statüsüne erişmek epey “zaman alıyor’’. Böylelikle üniversiteli/yarı zamanlı çalışan ya da mezun/güvencesiz ya da işsiz olmak birbirine karışıyor. Çünkü kapitalizm, artık ne gençlere ne de toplumun geri kalanına hiçbir şey vaat etmiyor. Yalnızca güvencesiz ve gelecek tasarımı olamayan bir dünya vaat ediyor.

Bunları söylerken elbette kategorik bir tanımlama olan gençliğin ya da gençlerin tamamen işçi olduklarını söylemiyoruz. Ancak kapitalizmin “işçileşme” gerçeğinden muazzam derecede etkilendiğini vurguluyoruz. Toplumun tüm tabaka ve kesimlerini etkileyen bu durum, gençlerin sınıf ile kurmuş olduğu ilişkideki dışsal pozisyonun silikleşmesine etki ediyor. Bu durumu kavramak ve en başta bu iç içeliğe itiraz etmek de gençler ve gençlik mücadelesinin geleceği için hiç olmadığı kadar önemli bir hal alıyor.

Piyasanın, hayatın bütün alanlarına saldırdığı; gençlerin yalnızca bugününü değil geleceğini de ipotek altına almaya çalıştığı bu durum karşısında, verili durumu kabullenmeyen ve yalnızca bugünü değil yarını da kurmaya çağıran bir mücadele içerisinde söylediklerimiz anlamlı hale gelebilir. En başta da söylendiği gibi bu anlamda 1 Mayıs, tüm bu saldırılara karşı gençlerin geleceğe dair tahayyüllerinin de simgesidir.