Hani önceki yıl (kara listedeyiz bu yıl da) “Gezi’yi destekleme”, “muhalif” ve benzeri yakıştırmalarla, üç kuruşluk devlet desteği kimi tiyatrolar gibi bize de verilmemişti ya ve ben de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dava açmıştım ya, ha o işte, reddedildi. Başka bir şey beklemiyordum gerçi. Ne var ki davamı sürdürmeliyim, temyize gitmeliyim. Dilekçe vermek için yolum te metrobüsle Yeni Bosna’ya; o durakta inince az yürüyeceğim ve İdare Mahkemesi’ne varacağım... Kayıtlar, işlemler derken vezneye gelince görevli: “200 TL” demez mi?  “60 ödedim PTT ücreti, bu ne parası?” “Ne demek ne parası, temyiz masrafları!” “Etimiz budumuz ne ama her türlü vergiyi ödüyorum, biliyor musunuz?” Dert dinleyecek durumu yok, öyle bir “200!” diye yineliyor ki hani cebinde bu para yoksa çek git vurgusunda. Gidiyorum da. Bir bankamatik aramaya, kalan son kuruşumu da çekeceğim artık. Bir saat sonra veznedeyim yine. Aynı kişi karşımda: “Hadi 20-30 anladık da, 200 olacak iş değil” diyorum. En gıcık kaptığım sözcük “beyefendi”yle başlayarak, “bakın, bir şikâyetiniz varsa Adalet Bakanlığı’na bildirin!” diyor. Ben de “bildireceğim” derken gülme bunalımına giriyorum. Görevli, “ne oluyor” diye şaşkın bakarken, ona “haklı olduğum halde beni haksız bulan adaletten ne hakkı arayacağım?” diyemiyorum... Yasalarla ne işim var öyleyse, buralara dek gelmişim temyiz falan... Bir bakıma Kafka’nın K.’sı gibi duyumsuyorum kendimi; bildiği işlediği bir suçu olmamasına karşın giderek davasının ardında koşan...

Geldiğim gibi dönerken de çok kalabalıktı metrobüs. Ayaktayım; sırtımı dayamışım  pencere kenarına, yüzüm kapıda. Her durakta artarak içeri girenlerin çoğu başı örtülü genç kadınlar... Ben de bir oylamacaya başlıyorum: “Burada AKP alır seçimi, şurada da, orada da...” Tıklım tıklış giderken Zincirlikuyu’da azalıyor başörtüler ve Kadıköy’e doğru “eh burada da CHP” diyerek bitiriyorum, aklımı biraz dağıtmak için oynadığım oyunu... Şu “yasalar” takıntımı bir süreliğine dağıtmış olsam da onlar hoopp geliveriyorlar gerisin geri. En başta “Anayasa”... Madde 34: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”  Ne var ki 1 Mayıs için “Taksim Meydanı yasak” denerek hükümet Anayasa’yı çiğniyor. Ayrıca 1 Mayıs, bayram değil mi? İnsan Hakları Mahkemesi, 1 Mayıs’da Taksim Meydanı’nın kutlanma yeri olmasına karar vermişken  ve böylece  Taksim’de toplanma özgürlüğü onaylanmışken, kentte sıkıyönetim uygulamalarıyla kaç bin polis koruyor 1 Mayıs düşmanlığını?!”  Peki, sen yürüsen kaç kişi olursun alanlarda, kaç milyon?..  Bir oradan bir buradan cılkı çıkmış sorular yiyip bitiriyor beynimi... Eh, beyin kalmadıysa, duygularımı da mı yitirdim? Yooo, anımsıyorum ve yürüyorum şarkıyı mırıldanarak : “1977, unutulmaz yılın adı, 1 Mayıs Bayramı, sorarlar bir gün sorarlar...” 

Dün gazetemi alırken, Cumhuriyet’i görüyorum. Komünist Manifesto’yu veriyor okurlara armağan olarak, yayına Seçkin Selvi’nin hazırladığı. Çeviri: Celal Üster - Nur Deriş... Kocaman öpücüklerimi, sevgilerimi gönderiyorum bir kez daha Celal’e ve bu çeviriden ötürü yargılanan benim okul arkadaşım Nur Deriş’e...