10 Ekim’den geriye kalan

Selin Pelek

Bugün o uğursuz günün üzerinden beş yıl geçti.

Havaya bakınca saçılan bombaları gördük. Sonra o bombalar gibi memleketin dört yanına saçılan cenazelerimizi. Resimlerine baktıkça içimizin burkulduğu, bir karıncayı bile incitmediğine emin olduğumuz insanların cansız bedenlerini. Sonra pervasızca gülen bakanları gördük -bugün yoklar. Sonra statta tekbir getirenleri -bugün varlar.
Her gün bir cenazeye gittik. Sınıf kardeşlerimizi, ezilen kardeşlerimizi, barış isteyen kardeşlerimizi, yaşama sevincimizin bir kısmıyla beraber birer birer toprağa verdik. Bir haftanın sonunda yaşlı annesi eceliyle ölen bir arkadaşımın cenazesine katıldığımda telefonda birine “bu iyiydi” dediğimi hatırlıyorum şimdi. Cenazenin iyisi olur mu, demeyin. Oluyormuş. Sakin bir hüznü, yakıcı bir öfkeye yeğliyormuş insan.

Yaralı sayısı yaklaşık beş yüz olarak açıklansa da o gün o meydanda olan binlerce kişi, her birimiz ayrı ayrı yaralandık. Yaralar zamanla iyileşmedi. Yazmazsak çıldıracak gibi olduk. Kimimiz kitap çıkardı, kimimiz benim gibi beş sene yazamadı, üzerine konuşamadı.

Turuncu bir duman hatırlıyorum o ana dair. Aklıma Sivas’ı getiriyor. Madımak Oteli yanarken ekran başında bir çocuk, Ankara’da Gar Meydanı’nda bir yetişkindim. İkisinde de en ağırı -galiba- sahipsizlik ve çaresizlik hissiydi. Sahipsizdik; koskoca “devlet baba”, resmi dilinde yüzlerce eser veren yazarlarını saatlerce esir alan ateşten alamadı. Başkentinde izin verdiği mitingde vatandaşlarını koruyamadı. Çaresizdik; mahkemelerde yalnız, anmalarda bir avuç, statlarda düşmandık. Toprağının mirasıyla büyümüş çocuklardık.

Hâlâ bitmeyen bir yas taşıyoruz. Firari sanıklardan, ‘Konuşursam yer yerinden oynar’ diyen politikacılardan, ortaya koyulmayan bağlantılardan söz etmeyeceğim. Daha basit, daha küçük şeyler takılıyor aklıma. Okuduğum bir kitapta travmayı atlatmak için onu “yeniden ziyaret etmek” gerektiği yazıyordu. Yazarın yüzleşmek yerine kullandığı bir metafor olsa gerek. Oysa toplumsal travmamızdan arınmak için ziyaret yerlerimiz öyle az ki... Var mı Veysel’in adına açılmış bir çocuk parkı? Kapısında Güney Doğan yazan bir amfi? Mehmet Hayta spor salonu?

Katliamın ardından “kokteyl terör” gibi komik ifadelere sığınanlardan beklentim yok elbette. Bu memleketin bu kadar naifliği kaldırmadığını tecrübe edecek kadar vaktim oldu bu dünyada. Ama Çankaya Belediyesi’ne sormak isterim; Kuğulu Park’taki ağaçlardan, katliamda yaşamını kaybeden 103 insanın isimlerinin işlendiği battaniyeleri neden söktünüz? Unutturmama borcunu ödemek, katliamın karşısında yer aldığını ilan eden kamu otoritelerine düşmez mi? Beş yılda Didim Belediyesi tarafından Elif Kanlıoğlu adına açılan bir park ve ailelerin üstün sabrı ve çabasıyla nihayet Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce yürürlüğe konan anıt meydan düzenleme projesinden fazlası yapılamaz mıydı?

Travmayla yüzleşmek için ziyaret yerlerini inşa etmek mağdurlara bırakılmış bir iş olmamalı. Aksine, geride kalanlar iyileşmek için ihtiyaç duydukları destek ağının örüldüğünü görmek istiyorlar. 10 Ekim 2015’de Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü olarak mitingde alınması gereken ama alınmayan önlemlerden sorumlu olan Adem Arslanoğlu’nun geçtiğimiz ağustos ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne İETT Güvenlik Şube Müdürü olmak için başvurması, yasımızın neden tamamlanamadığını anlatıyor. Değişime dair umudumuzu diri tutmak istediğimiz yerlerde bile toplumsal hafıza o denli ölü ki, hatırlatmak yine o gün o meydanda olan sendika üyesi mağdurların işi oluyor.

Gar Meydanı projeleri birinci olan mimarlar, meydanda 103 insanın anısını yaşatmak için 103 gingko ağacı kullanacaklarını söylemişler. Diğer adı “mabet ağacı”, Darwin’e göre ise “yaşayan fosil”, çünkü öylesine direngen ki, saldırı anında yüzeyde kök ve tomurcuk oluşturarak milyonlarca yıldır varlığını sürdürmüş. Düşünsenize dinozorları da görmüş, Hiroşima saldırısını da… Bir yerlerde hep yeniden yeşermiş. Aradan geçen beş yılın ardından bu bakiyeye bakınca, yirmi yedi yıl öncesinden hafızamıza yerleşen Metin Altıok dizeleri yardımımıza koşuyor:

Sen yine de benden yana ferah tut yüreğini
Benim hüznüm yakasından eksik etmez çiçeğini