Beyhude bir faiz indirme harekâtına girişeceksiniz, döviz kurları kontrolden çıkınca da zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışacaksınız. Türkiye ile Çin 10 konuda 10 benzemez görüntüsü veriyor. Nesnel değerlendirmeyle, Çin modeli hevesiyle, ülke gerçekleri örtüşmüyor.

10 maddede neden Çin modeli değil?

Son haftalarda bir Çin modeli tartışması sürüp gidiyor. Öncelikle bir ekonomik modelin belli varsayımları olur, uygulanacak stratejinin kısa ve uzun dönem sonuçları göz önüne alınır, sınırları belirlenir, artıları ve eksileri tartılır, demokratik bir toplumda tartışılmak üzere kamuoyunun dikkatine sunulur, ondan sonra benimsenir. İzleyen süreçte bu çerçevede ekonomi politikası önerileri gündeme gelir.


Yoksa siz 6 Eylül’de önümüzdeki 3 yıla ilişkin ekonomik projeksiyonlarınızı içeren Orta Vadeli Program`ı açıklayacaksınız, ardından beyhude bir faiz indirme harekatına girişeceksiniz, döviz kurları kontrolden çıkınca da, “ihracatı artıracağım, cari fazla vereceğim, Çin modeline geçtim” şeklinde ciddiyetten uzak açıklamalarla zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışacaksınız. Bu olsa olsa freni patla(tıl)mış yokuş aşağı seyreden bir arabanın ilk metrelerde hız kazanmasından heyecana kapılıp alkış tutmaya benzer.

Böyle bir giriş yaptıktan sonra, belki Çin ile Türkiye arasında rakamlara ve olgulara dayalı bir kıyaslamaya soyunmanın anlamsız kaçacağı da söylenebilir. Ama yine de tartışmalara katkı sağlaması beklentisiyle, güncel veriler üzerinden 10 maddelik bir karşılaştırma yapmaya çalışalım.

Elbette Çin modelinin mükemmel olduğunu söylemiyoruz, özgürce emek mücadelesi verilen, gelir ve servet farklılıklarının en aza indiği bir ülkeden söz etmiyoruz. Ancak bu yazıda Çin’in makro ekonomik gerçeklerini mercek altına almakla, yakalanan istikrarı ve teknolojideki sıçramayı irdelemekle yetineceğiz.

***

1 Çin’de son 25 yılda enflasyon çok istikrarlı bir seyir izlemiş, 2011’de gıda ve hammadde fiyatlarının tüm dünyada zirve yaptığı dönemde yüzde 5,4’e çıkması dışında yüzde 3’ü geçmemiştir. Türkiye’de tüketici enflasyonu TUİK’in inandırıcı bulunmayan rakamlarına göre bile en son yüzde 21,31 açıklanmış ve yükselme trendindeyken, Çin’de yüzde 1,5 civarında seyrediyor.

2 Çin’de son 25 yılda döviz kurları hiçbir dönem fazla oynaklık sergilememiş, dolar 8,25 ila 6,25 yuan arasında salınmıştır. Bugünkü 1 dolar=6,37 yuan kuru, doların tüm dünyada güçlendiği bir dönemde dahi Çin’in yerel parasının gücünü koruduğunu gösteriyor. Bilindiği gibi Çin 2009’da dünyanın bir numaralı ihracatçısı konumuna gelmişti. En son rakamlarla Kasım 2021’de ihracat 326 milyar doları bulmuş, 3 ay arka arkaya 300 milyar dolar sınırı aşılmıştır. Yani Çin rekabet gücünü yerel paranın zayıflığına borçlu değildir. Bilindiği gibi bizde ise dolar en son 14 lira sınırına dayanmış durumda ve Türkiye hala bu perişanlıktan medet umuyor.

3 Son 10 yılda Çin Merkez Bankası politika faizleri yüzde 6,5 ile şimdiki düzey yüzde 4,35 arasında değişmiş, ülkenin enflasyon tablosu da göz önüne alındığı takdirde reel faiz hiç eksiye düşmemiştir. Bizde ise, reel faiz resmi enflasyon rakamlarına göre bile yüzde -6,3 düzeyinde bulunuyor ve TCMB’nin önümüzdeki haftaki toplantısında bir kez daha faiz indirme olasılığı tedirginlik yaratıyor.

4 Çin’in Ağustos 2021 itibarıyla 3408 milyar dolar döviz rezervi bulunuyor. IMF’nin Özel Çekme Hakları’na baz oluşturan döviz sepetinde yuan 2015’ten beri yüzde 10,92 ağırlıkla yer alıyor. Bilindiği gibi en son TCMB’nin rezervleri 124,1 milyar dolara gerilemiş, swap hariç net rezerv eksi 37,9`a düşmüş bulunuyor.

5 Çin’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının miktarı 2020 sonunda 1,92 trilyon dolar civarındaydı. Gelgelelim Pekin yönetimi finans sektöründe yabancı egemenliğine sıcak bakmıyor, bankacılık sisteminde yabancı bankaların payı sadece yüzde 1,3 düzeyinde. Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımları ise Uluslararası Yatırım Pozisyonu’na göre 2020 sonunda toplam 233,5 milyar dolardı. Bunun 64,2 milyar dolarla yüzde 28,7’si finans ve sigortacılık sektöründeydi. Çin’in aksine Türkiye’de yabancı bankaların sektördeki ağırlığı yüzde 20 civarında seyrediyor.

6 Çin’de GSYH’nin yüzde 40’ı sanayi sektöründen kaynaklanıyor. Emek gücünün yüzde 29’u da bu sektörde istihdam olanağı kazanıyor. Türkiye’de ise sanayinin GSYH’deki ağırlığı yüzde 20,1’i imalat sanayinde olmak üzere çok daha sınırlı, yüzde 24 düzeyinde. Toplam istihdamın ise ancak yüzde 21,5’i sanayiden geliyor. Çünkü sanayi tüm dünyada ihracatın motoru konumunda bulunuyor.

7 Çin’de Kamu İktisadi Girişimleri ülkenin GSYH’sinin yüzde 40’ını üretiyor. Borsadaki piyasa değerinin yüzde 60’ına da bu şirketler sahip. 2020’de Fortune Global 500 şirket listesinde 121 ABD firmasına karşın, 124 Çin firması vardı. Bunların 91’i, ilk 25 listesinin ise 21’i kamuya aitti. Türkiye’de ise başta TÜPRAŞ, Petkim, Ereğli Demir Çelik gelmek üzere stratejik KİT’ler AKP döneminde özelleştirildi. 2020 sonu itibarıyla Hazine’nin portföyündeki kuruluşların ödenmiş sermayesi 187 milyar liraya (bugünkü kurla 13.5 milyar dolara), çalışan sayısı ise 2000’den bu yana yarı yarıya azalarak 94 bin civarına geriledi. Kamunun ekonomiyi yönlendirme kapasitesi iyice düştü.

8 Çin’in ihracatında yüksek teknolojili imalat sanayinin payı yüzde 30,8. Aynı oran bizde yüzde 3,5’tan en son yüzde 2,7’ye gerilemiş durumda. Çin’de 2010’dan 2020’ye ücretlerin yüzde 166 arttığı, reel anlamda emeğin satın alma gücünün yükseldiği görülüyor. Türkiye’de ise asgari ücrette son 10 yılda bir miktar reel artış gözlense de, ülke bir asgari ücretliler toplumuna dönüşmüş, asgari ücret civarında çalışanların oranı yüzde 60’a yaklaşmış durumda. Son veriler işgücünün toplam katma değerdeki payının yüzde 29,8’e düştüğünü, ücretlilerin büyümeden pay alamadığını gösterdi.

9 Çin başta 5-G teknolojisi gelmek üzere klonlama, yarı iletkenler, quantum interneti, yapay zeka, robotik gibi sektörlerde büyük atılım yaptı. Çin, ABD ile birlikte hiper ölçekli veri merkezlerinin yüzde 50’sine sahip, yeni kurulan yapay zeki şirketlerinin yüzde 94 fonlamasını sağlıyor, önde gelen yapay zeka araştırmacılarının yüzde 70’i bu ülkede bulunuyor. Çin yeni patent sayısında da ABD’nin önünde birinci sırada bulunuyor. Ayrıca bir uzay aracını Mars’a indirmeyi başardı. Biz de ne yazık ki “ayı fethedeceğiz, camiye giden Teknofest gençliği” teraneleriyle kendimizi avutuyoruz.

10 Önde gelen tüm üniversite sıralamalarında Çin üniversiteleri Amerikalı eğitim kurumlarının ardından ikinci sırada yer alıyor. Özellikle Tsinghua, Pekin, Fudan üniversiteleri ülkenin en başarılı öğrencilerine eğitim veriyor, araştırmalar yürütüyor. Türkiye’nin ise farklı ilk 500 sıralamalarına ancak 3-4 üniversite sokabildiği, akademik kurumlarımızın konumunun giderek gerilediği görülüyor. AKP zihniyeti ne yazık ki içi boş böbürlenmeler bir yana, üniversite eğitiminin standardını yükseltmekten çok Boğaziçi-ODTÜ benzeri okulları aşağı çekmekle uğraşıyor.

Rakamların diliyle bakıldığında Türkiye ile Çin 10 temel konuda 10 benzemez görüntüsü veriyor. Nesnel bir değerlendirmeyle, ne yazık ki Çin modeli hevesleriyle, Türkiye gerçekleri örtüşmüyor.