10 vurguyla 2019 bütçesi

Geçen hafta 2019 yılı bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmek için TBMM’ye sunuldu. Kanunun uzmanı, gazetemiz yazarı Aziz Konukman, Oğuz Oyan, Mustafa Durmuş gibi maliyeci değerli meslektaşlarımız var. Daha kapsamlı bütçe analizini onlara bırakıp, bu yazıda sadece 10 kritik noktaya vurgu yapacağız.

1 Bütçeler sırf ekonomik değil, bir hükümetin/rejimin tercihlerini yansıtan sosyal, siyasal, ideolojik belgelerdir aynı zamanda. Emek/sermaye ekseninde tercihler hangi sınıftan yana yapılıyor; güvenlikçi politikalara mı yoksa demokratikleşme hamlelerine mi öncelik veriliyor gibi…

2 2019 bütçesi ilk kez Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanıyor. Sistem başkana vergi koymaktan, istenildiği kalemde keyfi harcama yapmaya kadar demokratik bir toplumla bağdaşmayan yetkiler tanıyor. Ayrıca bunun hesabını meclis dahil hiçbir organa vermek zorunda bulunmuyor. Parlamentonun bütçe teklifini reddetmesi halinde bile, bir önceki yılın yeniden değerleme oranına göre ayarlanarak sunulan bütçe yürürlüğe giriyor. Orta Vadeli Mali Plan’ın yayımlanmasından sadece 6 gün sonra, metnin şipşak Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmesi bile, demokratik ve bürokratik teamüllerin dikkate alınmadığını gösteriyor.

3 Nasıl başkanlık sistemi parlamenter sisteme göre demokratik normlardan geriye gidişi temsil ediyorsa, bütçe hakkının parlamentodan alınması da aynı yönde bir gelişmeye işaret ediyor. Ne var ki bizler parlamenter sistemle yetinemeyeceğimiz gibi, meclise hapsolmuş bir bütçe sürecini de yetersiz buluruz. Katılımcı bir bütçe anlayışını; yani sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, yurttaş inisiyatiflerinin, yerel meclislerin bütçenin hem hazırlanma aşamasında aktif bir özne olarak var olduğu, hem de uygulama ve denetiminde rol aldığı bir modeli savunmaya devam ederiz.

4 2019 bütçesi “mali disiplin” vurgusuyla, “faiz dışı bütçe fazlası” hedefiyle pazarlanıyor. Bu IMF reçetelerinin, neoliberal zihniyetin Türkiye gibi ülkelere dayattığı “kemer sıkma” politikalarının “IMF’siz” biçimde uygulanmasından başka bir anlam taşımıyor. Küresel Finansal Kriz’de metropol kapitalist ülkeler ciddi bütçe açıklarını göze alarak krizi hafif atlatmayı başarmışlardı. Kaldı ki bir durgunluk ortamında düşen vergi gelirleriyle, artan sosyal harcamalarla bütçe açıkları otomatikman artar. Özel sektör yatırımlarının durduğu, şirketlerin borç ödeme kaygısına kapıldıkları bir ortamda büyümeye “can suyunu” ancak kamu müdahalesi verebilir. Özellikle kamu yatırımlarından kaçınılmaması gerekir. Hal böyle iken yatırımları 30.9 milyar TL, sosyal güvenliği 10.1 milyar TL kısarak harcamaları toplamda 59.9 milyar TL tırpanlayarak ; gelir artırıcı tedbirlerle 16 milyar TL ek vergi toplayarak, toplamda 75.9 milyar TL “tasarruf ve tedbirini” bir övünme konusu yapmak topyekun yanlış bir anlayışa işaret ediyor.

5 Gelgelelim; tasarruf öngörülürken Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yüzde 29 artırılması; yüksek teknolojili ihracattan dem vurulurken, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin yüzde 4.5 daraltılması; buna karşın Diyanet bütçesinin yüzde 34.5 genişletilmesi bütçenin önceliklerini açıkça ortaya koyuyor. Ne yazık ki 2019’da da Saray’da sefahatin süreceği, dincileştirme politikalarının hız kesmeyeceği apaçık görülüyor.

6 Jandarma, Emniyet ve Sahil Güvenlik bütçelerine bol kepçe kaynak aktarımı da dikkat çekiyor. İlgili kuruluşların bütçelerindeki sırasıyla yüzde 47, yüzde 21, yüzde 27.5’luk ödenek artışları güvenlikçi politikaların 2019’da da terk edilmeyeceğini gösteriyor.

7 Cumhurbaşkanı dünyanın 500 üniversitesi arasına girebilen temsilcimiz olmadığından şikayet ede dursun, listelere girme potansiyeli en yüksek ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ gibi üniversitelere ödenek ayırırken devletin cimri davranması dikkat çekiyor. Söz konusu üç üniversiteye sırasıyla yüzde 12, yüzde 11.3, yüzde 12 bütçe artışı öngörülürken; oy deposu “muhafazakâr” kentlerin üniversitelerine yüzde 20-yüzde 30 arası daha fazla harcama olanağı tanınıyor.

8 Önümüzdeki yıllarda en fazla yüzü gülecek toplum kesiminin, “faiz lobisi” olacağı anlaşılıyor. Berat Albayrak’ın açıklamalarından; 2017’de 56.7 milyar TL olan faiz harcamalarının 2018’de 76.4 milyar TL’ye sıçradığını; ivme kazanarak 2019’da 117 milyar TL’ye, 2020’de 147 milyar TL’ye , 2021’de ise 171 milyar TL’ye ulaşacağını öğreniyoruz. Özetle faiz harcamaları 4 yılda tam 3 katına çıkıyor ; bütçedeki payı ise 2017’de yüzde 8.4 iken, 2021’de yüzde 13.9’a sıçrıyor.

9 Berat Albayrak’ın bütçe sunuşunda bir takım rakam oyunlarına başvurulduğu da dikkat çekiyor. Eğitim bütçesinin 2002’de ağırlığı yüzde 11.3 iken, 2019’da yüzde 17’ye çıktığı söyleniyor. Evet bu bir yönüyle doğru; çünkü 2001’de faiz giderleri harcamaların yüzde 52’sini, 2002’de ise yüzde 44’ünü oluşturuyordu. Dolayısıyla 2002’de bütçenin yüzde 56’sı tüm diğer harcamalara dağılıyordu. Albayrak’ın teğet geçtiği gerçek ise, 2018’den 2019’a eğitimin bütçedeki payının yüzde 18’den yüzde 17’ye, sağlığın ise yüzde 16.6’dan yüzde 16.3’e düşmesiydi.

10 Türkiye’de vergi gelirlerinin ağırlıkla dolaylı vergilerden oluştuğunu, bunun vergi yükünün emeğiyle geçinen sade yurttaşa yıkılması anlamına geldiğini söyler dururuz. Bu sınıfsal tercihin 2019’da da sürdüğü gözlemleniyor; kurumlar vergisi toplam vergi gelirleri içerisinde yüzde 9.8 bir paya sahipken (74.2 milyar TL); KDV-ÖTV derken tüketimden alınan, gelir adaletsizliğini daha da bozucu bir etki yapan dolaylı vergilerin yüzde 52.8’lik (379.1 milyar TL) bir ağırlık taşıdığı anlaşılıyor.