Bin Bir Gece … diye başladım ama üç noktanın yerini “masalları” ile doldurmaya olanak yok. Belki “kâbusları” denilebilir.

1001” de doğru değil aslında, Osman Kavala bugün Silivri’nin demir kapılar ardındaki 1003’üncü gecesine yatacak!

Bir gece, haydi çıkıyorsun denildikten ve tam çıkmaya hazırlanırken tekrar kapatıldığı cezaevindeki kâbus gibi gecelerden 1003’üncüsüne…

Evrensel hukuk kuralları, tutukluluğun bir tedbir olması, ulusal hukukun üstüne koymayı kabul ettiğimiz Avrupa Insan Hakları Mahkemesi’nin “derhal bırakılması gerekir” kararı falan hikâye. Dile kolay, 1000 günden fazla bir zamandır, bir "suçtan” serbest kalınca bir başka “suçtan” içeride tutuluyorsunuz ve üzerinize atılan suçların iler tutar tarafı yok.

Ya Selahattin Demirtaş?

O da öyle bir hukukun elinde ki, bir davadan serbest kalsa, onu içeride tutacak bir başka dava yetiştiriliyor hemen!

Ve gazeteciler… İktidarı rahatsız edici şeyler yazdıkları zaman, iktidarı rahatsız etmek için de değil hani, doğru söylemek için kalem oynattıklarında, doğru rahatsız ettiği için, hemen casusluklarına hükmediyor mahkemeler!

Yıllar önce, Mamak’tan yeni çıkıp sosyoloji okuduğum üniversiteye dönüşümün ilk günlerinde, ABD’den misafir öğretim üyesi olarak gelmiş bir hoca, hapisliğime gönderme yaparak “Gece Yarısı Expresi’ni izledin mi?” dediğinde kanıma dokunmuş, , Amerikan cezaevlerini anlatan Brubaker filmiyle karşı hamle yaparak, “Brubaker’ı izledim” demiştim!

Onca acı çekip çıktığım cezaevini bile “bizim” diye bir Amerikalıya karşı savunan ruh halim, şimdi yaşanan hukuksuzluklar karşısında perişan.

Demir kapıların ardında değil de sokaklardaysanız, yine kolay değil hayat. Dışarısının içerisinden farkı yok kimileri için.

Dün insan hakları örgütü Human Rights Watch son iki ayda Diyarbakır ve İstanbul sokaklarında yaşanan 6 olayda en az 14 kişinin geniş yetkilerle donatılmış bekçilerin hışmına uğradığını duyurdu.

O raporlara göre; şiddet kullanarak ve döverek gözaltına alma ve gözaltında da işkence, “işkenceye sıfır tolerans” denilerek yürünen yolun sonunda sıradanlaşan uygulamalar haline geldi.

Evlere köpekleriyle giren polislerin, köpekleri insanların üzerine saldığını, geride bacaklarında diş izleriyle dehşete uğramış insanlar kaldığını, biz pek duymuyoruz belki ama dünyanın dört bir yanındaki insanlar, bu uluslararası örgütlerin raporlarından öğreniyor. Her neyle suçlanmış olursa olsunlar, gözaltına alındıkları karakollardan ağzı gözü dağılmış, topallayarak çıkan zanlıları görüyorlar.

Dün sabaha kadar “tartışılıp” yasalaştırılan sosyal medya düzenlemeleri konusunda da memleketin bu hukuk düzenine güvenmemiz söyleniyor.

Ne olacak, aynı düzenlemeler Almanya’da da varmış!

Yeni yasayla birlikte; daha çok sansür, daha çok yutkunup daha az söylemek, daha çok ceza ve iyice daralmış ifade özgürlüğünün son alanlarının da yok edilip insanların soluksuz bırakılması geliyor. Biliyoruz, çünkü şimdiye kadar yapılanlar ortada!

Gittikçe özgürlük alanları daraltılmış, çok sesliliğe ve renkliliğe izin vermeyen, medyanın yüzde 90’dan fazlasının iktidarın sesi olduğu ve muhalefetin medyadan neredeyse tümüyle dışlandığı bir ülkelerde, çok sayıda sorun içerse de, sosyal medya birazcık nefes alınan son mecraydı.

O son nefes borusu da tıkanıp, memleketin bin bir gecesi birer masal gecesi değil de kabus gecesi haline getirilirse, yalnızca o kabusu yaşayanların değil yaşatanların da endişe etmesi gereken çok şey var demektir!

Her toplum, koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, eninde sonunda kendi nefes borularını açar.