11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Örgütü’nün İkiz Kulelerinden duman yükseldiğinde, genç bir dış haberler şefiydim. İki gün önce Afganistan’daki Kuzey İttifakının Tacik asıllı efsanevi lideri Ahmed Şah Mesud, Taliban suikastında öldürülmüştü. Sayfa manşetimizdi. Olayın farkına çalışma arkadaşlarımın televizyon ekranını işaret etmesiyle vardım. Önce küçük bir uçak kazası zannettik. 15-20 dakika geçmeden ikinci yolcu uçağının diğer kuleye dalışıyla ve Pentagon’dan gelen haberlerle bambaşka bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anladık. Şah Mesud sayfası çöpe gitti. O gün ve izleyen aylarda izinsiz ve soluksuz bir çalışma temposuna gömüldük. Hayatımız her açıdan değişti.


2001’de haberler esas olarak Batılı ajanslardan derlenirken, sınırlı sayıda internet sitesi yeni kuruluyordu. 11 Eylül öncesi Taliban-Kuzey İttifakı çatışmaları gündemdi. Taliban martta Bamyan’daki devasa Budha heykelini havaya uçurarak dünyayı şoke etmişti. Sovyetler Birliği çoktan çökmüş, Afganistan’ın ilericileri çoktan tarih olmuştu. Ama liberal rüzgarların sarmaladığı mücahitlerin yerini başka bir şey almaktaydı. ABD El Kaide ile bir süredir ‘papaz olmuştu’.
11 Eylül’le birlikte George W. Bush yönetimi ‘terörle küresel savaş’ stratejisini devreye soktu. ABD, Britanya’nın desteğiyle 8 Ekim 2001’de El Kaide ve Usame bin Ladin’e evsahipliği yapan Taliban Afganistanına harekata girişti. Halı bombardımanları eşliğinde Taliban kısa sürede yenildi. ABD ‘loya jirga’yı toplayıp ‘ulus inşasına’ soyundu. Bin Ladin’i ancak 10 sene sonra Pakistan’da bulup öldürdüler.

Afganistan’da devreye sokulan 5’inci madde, NATO’yu 20 yıllık savaşta ABD ortağı kıldı. Bush yönetimi hızını alamayıp 2003’te ‘terörle küresel savaş’ stratejisini ‘önleyici savaşla’ bezeyip Irak’a taşıdı. Kitle imha silahları yalanıyla ama bu kez BM Güvenlik Konseyi onayı alınmadan Irak işgali geldi.
O gün bugündür temalar değişmedi. ‘Radikal İslamcıların peşine düşmek, ulus inşası, demokrasi taşıyıcılığı, petrol, jeostratejik pozisyon’ yahut ‘hepsi birden’... Bu strateji Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de, Somali’de ve başka yerlerde sürdürülmekte.

11 EYLÜL’ÜN MALİYETLERİ

ABD’nin 11 Eylül’de vurulması için pek çok sembolik laf edilebilir. 20 sene sonra, kanımca en uygun düşeni ‘siyasal İslamcılık için Allahın lütfu olduğudur’. Tarihsel olarak başarısızlığa mahkum bu gerici projenin temeli Amerikan aklı için çok daha eskilere -Afganistan özelinde Carter döneminde 1979’da daha Sovyetler yokken CIA’nın Kasırga Operasyonuna- gitse de, bütün tonlarıyla kullanışlı kılınması için düğmeye basıldığı tarihtir 11 Eylül. Bush yönetimi ana başlığı işgallerin yarattığı dehşetin orta yerinde Mayıs 2004’te dönemin G-8’ine sunduğu ‘Büyük Ortadoğu Projesiyle’ koydu: ‘Müslüman dünyada aşırılıkçılığa karşı politik katılımcılığı içeren ılımlı İslamcılık’. 2011’de ‘Arap Baharı’ diye ara başlık atılmaya kalkışıldı. Projenin başarılı olduğu memleketimizde hala bedellerini ödemekteyiz.

ABD stratejisine en az 1 milyon insan kurban gitti, 37 milyon yerinden yurdundan oldu. Sayısız kurumun araştırması var, kesin rakamları koymak zor. Sonuncusu Brown Üniversitesi’nin ‘Savaş Projesinin Bedelleri’ çalışması. 20 yıllık maliyete dair ‘muhafazakar hesap’ dehşetengiz. En az 897-929 bin doğrudan can kaybı. 11 Eylül sonrası harcanın para 8 trilyon dolar. Bunun 2.3 trilyon doları Afganistan/Pakistan, 2.1 trilyon doları Irak/Suriye, 355 milyar doları Libya, Somali ve diğer savaş alanlarına gitmiş. Ayrıca ABD iç güvenlik programlarına 1.1 ve gaziler için 2.2 trilyon dolar harcanmış.

Ulusal Öncelikler Projesi bunlara iç gözetim ve sınır güvenliğini katarak 21 trilyon dolarlık bir hesaba ulaşmış. Amerikan savunma sanayisinin kazanımlarına henüz bir yerde rastlamadım.

ÖZELLEŞTİRİLEN ORDULAR, DEMOKRASİ SAÇAN MEDYALAR

ABD bu süreçte savaşlarını ve ordusunu özelleştirme konseptini tüm dünyaya yaymayı başardı. Latin Amerika’ya cehennemi yaşatmış ‘Amerikalar Okulu’ kınanacak bir şeyken, Irak savaşında kötü şöhretli Blackwaterla açılan askeri alanın özelleştirilmesi giderek ‘meşrulaştırıldı’. Bugün Türkiye dahil pek çok ülke bu konseptin taklitçisi. Artık ‘savaş ihaleleri’, ‘özel güvenlik şirketleri’ olağan.

Buna 2011’de Arap coğrafyasındaki ‘renkli devrimler’ sürecinde medya da eklendi. ABD ve Birleşik Krallık dışişleri bakanlıklarının ‘demokrasi saçıcısı’ yeni medyacılarının en önemli savaş alanı Suriye oldu.

AMERİKAN İDEOLOJİK HEGEMONYASI

ABD’nin en büyük ‘başarısı’ sivil/askeri modelini siyasal İslamcılar aracılığıyla 20’inci yüzyılda sancılı modernleşme süreçleri yaşamış ülkelere dayatması. Bu proje rıza üretimi de içeren ekonomik ve sosyal müdahaleler eşliğinde ‘radikal-ılımlı İslamcılık’ ikilemiyle yürütüldü.

Afganistan’ı 2.3 trilyon dolar ve çeyrek milyon can kaybının ardından bugün yeniden barışılan Taliban yönetirken, bu kez Ortadoğu’dan taşınma IŞİD-K’nın (Horasan İngilizce Khorasan yazıldığı için Türkçe doğrusu IŞİD-H) lansmanını görüyoruz. Henüz bir Arap olduğu söylenen gölge emiri Şahab el Muhacir’in Bin Ladin gibi profilleri yazılmış değil.

El Kaide her yerde. Bir bakıyorsunuz Suriye’de ABD televizyonlarına demeçler yağdıran ‘ılımlı İslamcılara’ dönüşüvermişler.

ABD’nin ‘Büyük Ortadoğusunda’ ‘allahın lütfuna’ İslamcılar uğramışken, Doğu Avrupa’da neo-nazi artıkları var. Biden yönetimi, Kiev’e ABD onaylı ekonomi politikaları ve reformlar, yani ‘ulus inşası’ unsurları karşılığında 2014’ten bu yana 2 milyar dolar askeri yardım saçtı.

11 Eylül’ün 20’inci yıldönümünde ‘ders almaktan’ söz ederek timsah gözyaşları döken Biden, Amerikan dış politikasında ‘diğer ülkeleri yeniden yapmak için büyük askeri operasyonlara son veren stratejik bir dönemden’ söz etti. ABD’nin ulus inşası da militarizmi de Amerikan kapitalizmi ve hegemonya bağımlılığının özüne içkin. Değer ihracından vazgeçmesi ise emperyalist olmaktan vazgeçmesi anlamına gelir.