Sanatçıların 80’de yaşadıklarını anlatan “Sonbahara Son Güller”in yönetmeni Özen Yula, “Hikâyemizin kadınları o kuşağın sonuncu gülleri. Bir süre sonra hepsi solacak. Ama hayata renk, koku ve tat katacaklar” diyor.

11 Eylül’ün gülleri henüz solmadan

Işıl ÇALIŞKAN

11 Eylül 1980’in Antep’inde olacaklardan habersiz şekilde sanatını sergilemekte olan 5 kadın sanatçı: Seniha, Fitnat, Lebibe, Cemile ve Feyruz… Her biri karakterini yansıtan rengârenk kostümlerini kuşanmış. Acılarla dolu 80 Darbesi’ne adım adım yaklaşıyor zaman. Sahnesiyle, şarkılarıyla, yemeğiyle tarihi gözler önüne seren “Sonbahara Son Güller” adlı oyun 18 Şubat Cumartesi, Küçükçiftlik Park’ta seyircisi ile buluşmaya hazırlanıyor. 6 kadın, 5 erkek oyuncu ve saz heyetinden oluşan Sonbahara Son Güller oyunun kadrosunda Tuba Ünsal, Ceren Taşçı, Yasemin Baştan, Şirin Kılavuz, Özlem Tokaslan, Hazal Arduç, Erdem Akakçe, Murat Akkoyunlu, Onur Büyüktopçu, Serkan Altıntaş ve Aytaç Uşun yer alıyor. 80 Darbesi’ni, ardında bıraktıklarını, bugünün Türkiye’sinde tiyatro yapmanın zorluklarını Özen Yula ile konuştuk.

Hem ekonomik koşulların zorladığı hem de baskıların sürdüğü günümüzde yeni bir oyun çıkarma deneyiminizi nasıl anlatırsınız?
Zorlanma ve baskı sanırım biraz da olsa yaratıcılığı kışkırtan durumlar. İnsan bunlara karşılık anlatmayı ve göstermeyi tercih ediyor. Bir yönüyle de sivil tarihe not düşülmüş oluyor ama pandemi ve ekonomik kriz döneminde iş yapmak cidden zor. Her anlamda bu zorluk. Satın aldığınız malzemenin kalitesinden insan kumaşına kadar her şey ani değişimler geçiriyor ama bunu bilerek bu işe başladım ve devam ediyorum.

SONBAHARIN NADİR VE KIYMETLİLERİ

“Sonbahara Son Güller” isminin ardındaki hikâyeyi dinlemek isteriz…

Hikâyenin geçtiği dönemde sonbahar gülleri kıymetli ve nadir bulunan güllerdi. Artık teknolojik gelişmelerle, her mevsimde her tür bitki yetiştirilebiliyor ama, asılları yani zamanında yetişenler kadar güzel ve doğal olmuyor. Hikâyemizin kadınları da o kuşağın sonuncu gülleri. Bir süre sonra hepsi solacak ama yaşadıkları süre kadar da hayata renk, koku ve tat katacaklar.

1980 yılının Gaziantep Sazını günümüz İstanbul’una taşıma fikri nasıl doğdu?
Öncelikle 11 Eylül’ü bir çocuğun gözünden anlatmıştım “Arızalı Kalpler” adlı kitabımda. Sonra bunu bir film setinde anlatmak fikri oluştu. Yıllar içinde bu bir saz ya da gazinoya dönüştü. O zamanlar toplumun en alt kesimi olarak kabul edilen bir yerde anlatmak benim için kaçınılmazdı. Çünkü hep düşenlerin, düşürülenlerin ve buna sebep olanların hikâyelerini anlatmıştım.

Tiyatro ve fasıl kültürünü bir arada sunmanın zorlukları oldu mu?
Teknik zorluklar var elbette. Mikrofon sesinden müziğin nerede azalıp nerede yükseldiğine kadar ama bir o kadar da keyifli ve iç içe geçen bir durum oldu.

Oyun, 1980 yılında beş farklı kadın sanatçının hayata tutunma hikâyesini konu alıyor. Hem sanatçı olarak hem kadın olarak hayata tutunmak bugün de çaba istiyor. Geçen yılların size düşündürdükleri neler?
İnsanın kısıtlı düşünce yapısı değişmedikçe, yeni yaşam formları oluşmadıkça bu durumların asırlar boyunca azıcık şekil değiştirerek devam etmesi kaçınılmaz. Dili ataerkil kelimelerden arındırarak yeni yaşam önerileri getirilemiyor ne yazık ki! Sadece gruplar arası uçurumlar belirginleşiyor, saflar sıkılaşıyor ama her grup kendi içinde yine! Ana tanrıça kültüne dönülse dahi bu mantık yapısı aynı ezilmişliği ve koruma duygusunu bu kez erkekler üzerinden kuracak. Eee sonra?

11-eylul-un-gulleri-henuz-solmadan-981266-1.
Özen Yula



SANSÜR, ENGELLEME O DEVRİN YADİGÂRI

Türkiye’de bir kırılma noktası yaratan 80 Darbesi’nin sanata etkisi ile ilgili neler söylersiniz?

Berbattı. Bugün hâlâ uzantısını fazlasıyla gördüğümüz her durum, o zamanda yasallaşmış zulüm biçimleri. Sansür, engelleme, cezalandırma hep o devrin yadigârları ama bu biçimlerin sadece Cumhuriyet tarihinde değil, Osmanlı’da da bulunan özellikler olduğu unutulmamalı!

O dönemi sahneye taşırken hassasiyetleriniz nelerdi?
Riyasız ve hakkaniyetli davranmayı seçtim. Çok eski değerler, ama bu noktada sahip çıkılması gereken değerler. Görsel olarak da döneme sadık kalmaya çalıştık. Peruklardan kıyafetlere, dekorasyondan sahne tavrına dek.

30’lar savaş yılları, ardından çok partili dönem, darbeler… Türkiye tiyatrosu gerçekten halk için ne kadar önemli?
Tiyatro halkın küçük bir bölümü için hava gibi, su gibi sanırım. Ama genel çoğunluk için zaten sanatsal olan hiçbir şeyin en ufak değeri yokmuş gibi hissediliyor.