AKP iktidarının gerek IŞİD gerekse de diğer Selefi-Vahhabi yapılarla kurduğu “derin” ilişkiler bumerang misali sahibini vurmaya başladı. Bugünlerde bunun sayısız örneğine tanık oluyoruz. Bölgedeki kaosun ortaya çıkardığı türbülansı bölgesel güce devşirme hevesi ve bu uğurda uygulanan mezhepçi dış politika nedeniyle ülke ciddi şekilde bir “Pakistanlaşma” tehlikesiyle karşı karşıya. Peki nedir bu Pakistanlaşma? İslamabad’ın Afganistan, neo-Osmanlıcıların Suriye politikası üzerinden Pakistanlaşma kavramını irdelemekte fayda var.

1- Pan-İslamcı lider Ziya-ül Hak Pakistan’ın nüfuz alanını Afganistan, Özbekistan, Tacikistan ve İran’ı kapsayacak şekilde genişletmek istedi. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi de eski Osmanlı hinterlandında Irak-Suriye coğrafyasında benzer bir hevese kapıldı.

2- Ziya-ül Hak “stratejik derinlik” hayaliyle Afganistan’ın başkenti Kabil’de Cuma namazı düşleri kurdu. Tayyip Erdoğan da Şam’daki Emeviyye Camii’nde benzer bir düşün hayalini gördü.

3- Pakistan’ın pan-İslamist lideri bu düş uğruna Afganistan’daki etnik ve siyasi krizi derinleştirdi, bunu yaparken de ülkeyi “cihat otobanı”na çevirdi. Neo-Osmanlıcılar da Suriye’de olası bir İhvan iktidarı uğruna sınırları sonuna kadar cihatçılara açtı.

4- Sovyet varlığı nedeniyle pan-İslamist strateji ABD’nin de desteğini aldı. Peşaver, Vahhabi ve Selefi grupların üssüne dönüştü. Ziya ül Hak bir yandan dünyanın dört bir tarafından gelen cihatçıları Afganistan’ın başına salarken, mücahitleri ABD’ye “özgürlük savaşçıları” olarak pazarladı. AKP de cihatçılar için benzer bir taktiğe başvurdu.

5- Pakistan hem Hizb-i İslami hem Taliban’ın militan kaynağını oluşturan Peştunlar üzerinden Afganistan’da nüfuz savaşına girişti. AKP Türkiyesi de aynısını ÖSO, Ahrar’uş Şam gibi örgütler ve eğit-donat üzerinden Sünni Araplarla Türkmenleri kullanarak yapmaya soyundu.

6- Pakistan ülkeye sığınan üç milyona yakın Afgan mülteciyi mücahit devşirme havuzuna dönüştürdü. Medreseler cihat yuvası oldu. İki milyonu aşkın mültecinin yaşadığı Türkiye’de de benzer bir yol izlendi. Bunun için sınır hattındaki kamplarda cihatçılara silahlı eğitim verildi.

7- Pakistan örneğinde ABD patron, İslamabad taşerondu. CIA, Pakistan üzerinden yaklaşık üç milyar dolarlık Eğit-Donat Programı’yla mücahitleri Sovyetlere karşı seferber etti. Bu yolla on binlerce savaşçı eğitildi. Suriye’de ise ABD’nin Pakistan’ı AKP Türkiyesi oldu, aktörler değişse de roller ve misyon değişmedi.

8- Taliban militanları Pakistan’da finanse edildi, eğitildi, silahlandırıldı. Pakistan istihbaratı ISI, Taliban iktidarı ele geçirdikten sonra da her türlü desteği sürdürdü. Türkiye de cihatçılara sınırsız lojistik destek sağladı, MİT bu iş için seferber edildi, TIR’lar dolusu silahlar taşındı.

9- 11 Eylül 2001’de ikiz kule saldırılarının ardından Pakistan, Taliban’la işbirliğine mesafe koymaya çalışınca silahlar asıl sahibine döndü. AKP de uluslararası toplumun tepkisi üzerine sınır kontrollerini biraz sıkılaştırınca cihatçılar diş göstermeye başladı. Irak ve Suriye’den dönen cihatçılar kan dökmeye başladı.

10- Pakistan binlerce silahlı mücahidi ve cihatçı grupları Keşmir’de Hindistan’a karşı kullandı. AKP ise silahlı İslamcı grupları Suriye Kürtlerine ve Irak’taki Şii yönetime karşı kullandı, kullanmayı sürdürüyor da. ABD AfPak stratejisi çerçevesinde insansız uçaklarla Afganistan ve Pakistan’da sivilleri vurmaya başladı. ABD menşeili İHA’lar benzer şekilde şimdi de Türkiye-Suriye sınırında ölüm yağdırıyorlar.

11- İslamabad başta İran ve Türkmenistan olmak üzere komşu ülkelere Taliban’ı kontrol edeceği garantisini verdi. AKP de “ılımlı” muhalifler ve İhvan konusunda uluslararası topluma güvenceler sundu. Pakistan, Taliban’ı kontrol edemediği gibi Türkiye de eğitip donattığı grupları kontrol edememeye başladı. Tehrik-i Taliban zaman içinde Pakistan’ı kan gölüne çevirdi. IŞİD ve türevi cihatçılar da Türkiye’de benzer şekilde can almaya başladı.

Pakistan’ın tarihi ve bugünkü durumu, Türkiye için adeta bir ders. Pan-İslamcı yayılmacı hayaller peşinde koşan gerici iktidarların ülkeyi sürüklediği uçurumu görmek açısından adeta bir laboratuvar...

***

Hande’ye...

Tanışıklığımız yıllar öncesine dayanıyordu. Gazetemizin en hareketli yazarlarındandı. Çok sık gazeteye uğramasa da her türlü hak arama mücadelesinin içindeydi. Tarifsiz bir hüzün bırakarak ayrıldı aramızdan. Eşit, adil ve özgür bir yaşam mücadelesinde hep yanımızda olacak.