12 Eylül iddianamesinin “basın savcılarından” Alper Görmüş’ün Taraf’taki köşesinde yazdığı yazıya Oğuzhan Müftüoğlu’nun yerinde yanıtı Birgün’de yer aldı.
 
Sola, devrimcilere her fırsatta saldırıya alıştık. Ancak, Alper Görmüş’ün 12 Eylül ve devrimciler ile kurduğu olumsuz ilintide önemli bir nokta var. Solun ve tüm sol değerlerin, itibarsızlaştırılması “görevinin” dışında bir önemli nokta…
 
Son örneğini “basın savcısı” A.G.’de gördüğümüz bu tür söylemlerin hedeflediği bir inşa süreci var; solu, sol muhalefeti ve sol duyarlılığı şimdiki zamandan olabildiğince öteleme sürecidir bu. Sol ve günün politik sorunsalı arasına, sol ve insanlar arasına acımasız ve aşılmaz bir mesafe koyma çabasıdır. Mesafe oluşturma süreci, itibarsızlaştırmadan daha derin nitelikte. Yüzeyden kolaylıkla gördüğümüz derin iktidarın tüm unsurları bunu elbirliğiyle yapıyor.

Ne demek şimdi bu? Sureti haktan görünüp, 12 Eylül’ü en ağır biçimde eleştireceksiniz, bu bir. Bu eleştirinin içine solu da koyacaksınız, bu iki. Bu eleştiride kullanılan söylemde içerden bir dil kullanacaksınız. Sorunu dert eden bir dürüst demokrat  fizyonomisini mülkünüz edeceksiniz yani, bu üç. Elde ne var? Çok kötü olan, acımasız askeri cuntanın faşizmini paketleyip, belleğin arka odasına koyacaksınız. Yani, şimdinin iktidarının kaynağının 12 Eylül’ün tam göbeğinden çıktığını gizleyeceksiniz. Yani 12 Eylül’ü, eskide kalmış, 12 Eylül’de olmuş bitmiş bir hayat pratiği gibi eleştirip, yerden yere vurarak, hesabını göreceksiniz. Yani gerçeğin odak ayarları ile oynayıp, uzak göstereceksiniz. Yani 12 Eylül’ün devam ettiğini bu “demokrat” söylemle gizleyeceksiniz. Söylem cambazlığı ile cümle aleme “Cambaza bak!” deyip siyasal iktidarın el değiştirmeden sürdürüldüğünü örteceksiniz. Böl ve yönet değil, ötele ve ört.
 
Sanki Diyarbakır cezaevi seksenlerde kaldı, 90’lı yılların “bin operasyonu” yaşanmadı. Ölüm oruçları, Madımak, olağanüstü hal, hayata dönüş, bunların hiçbiri yaşanmadı. Bütün bu olayların ötesinde, otuz yıldır süren savaşı solcular çıkardı! Halkın seçilmiş temsilcileri 12 Eylül benzeri görüntülerle kelepçe sıralarına sokulmadılar…

“Muhalefet” ögesini zaten iktidar da sürekli kullanıyor. Hep tanık oluyoruz. Her ihlal yaşandığında, sanki iktidar ülkeyi yönetmiyor gibi farklı bir kişilikle eleştiri yapıyorlar, insanlara yalan söylüyorlar. Bir çeşit kişilik yarılması gibi.
 
Muhalif söylemi kalemlerine yem eden fahri basın savcıları da benzer yöntemi daha ustalıkla kullanıyor. İddialı muhalif sözlerle, bu sözleri çokça ve sürekli kullanarak sorunla şimdiki zaman arasında yaratılan mesafe, aslında bunu yapanların namusları ile bedenlerini de ayırıyor birbirinden. Söylemin içerdiği trajikleştirme öğesi o denli yapıntı ve o denli gerçeklikten ve akıldan uzak ki, bu uzaklığın görülmesi zor olabiliyor işte! Zaten bu uzaklık için seçiliyor bu yöntem. Kandırıcı ve avlayıcı yönü hep aynı; sanki bir bellek yaratmak adına, sağlıklı eleştiri yapılıyor gibi sunulması!
 
Son günlerin sırada haberleri; konser bileti satmaya ceza, afiş asmaya ceza… 12 Eylül sürekliliğinin, “sıradan faşizmin” sıradan örnekleri…
 
12 Eylül ve diğer tüm faşizm örnekleri ile insan olan insanın mesafeli olması doğrudur, gereklidir ve hatta zorunludur. Ancak,  A. G. örneğinde ise mesafe, faşizmi aklamak için yaratılmaya çalışılan bir “neo-faşizm” örneğidir. O zaman demeli ki, “Eski faşizmden korktuk mu ki, yenisinden korkalım!”

Haftanın dizesi; “bir kardan adam oldum öldürseler gidemem” (Nazmi Ağıl, babalar ve oğullar- Umut’un Defteri, YKY)