Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

“Gözlerim bağlı idi. ‘Bildiklerini anlat, Antalya’da ne işin var?’ diyerek çırılçıplak soydular. Yüzüme, gözüme, ayaklarımın altına, karnıma vurarak, hayalarımı sıkarak ‘seni hadım ederim’ diyerek işkenceye devam ettiler. Ayaklarıma, kollarıma ve boynuma önce ıslatarak copla vurdular. Her vurduktan sonra ‘dik dur’ diyerek karnıma dakikalarca vurdular…”

“Soyarak cinsel organlarımızı sıkma, darp etme, iğrenç yönelimlerde bulunarak tehditler savurdular. Biri, ‘Anneni buraya getirdim, konuşmazsan gözünün önünde tecavüz edeceğim’ dedi. Kafamı yere, duvara vura vura, beni domalık dedikleri bir pozisyona getirerek, ‘Yok mu buna tecavüz edecek babayiğit?’ diye bağırıp gülüyorlardı…”

Size hayli tanıdık gelen bu satırları, 12 Eylül faşizminin işkence merkezlerinde tezgâha çekilen devrimcilerin ifade tutanaklarından değil, 15 Temmuz 2016 sonrası gözaltına alınan kimi sanıkların anlatımlarından aldım.
Daha neler neler var anlatılanlar arasında!

Fethullah Gülen’in ülkeye iadesini sağlamak amacıyla ABD’ye giden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Türkiye’de işkence yoktur!” diye bağırıyor. Ama uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında yer alan olgular kendisini yalanlıyor.

Örneğin Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü), darbe girişimi sonrası Türkiye’deki gözaltı merkezlerinde yaşanan işkence ve kötü muamele olaylarını yakınlarda raporlaştırdı. “Türkiye’de Darbe Girişimi Sonrası İşkenceye Karşı Koruma Önlemlerinin Askıya Alınması” başlıklı raporda, işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin somut örnekler yer almış. Rapordaki en çarpıcı bölümlerden birini, Ankara Emniyeti’nde müvekkiline yapılan işkenceye tanık olan bir avukatın anlatımları oluşturuyor. Bu avukat, Emniyet’te gördüklerinden korkuya kapılarak sesini çıkarmayıp susmak zorunda kaldığını bakın nasıl anlatıyor:

“Müvekkilimin arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan, kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi. O saatte oradaki tek avukat bendim. Her yerde şiddet vardı ve polis benim orada olmamdan memnun değildi. ‘Bu insanların neden avukata ihtiyaçları var ki?’ diyorlardı.”

İnsanın kanını donduran bu anlatımları uzatarak canınızı daha fazla sıkmak istemiyorum. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporunda, Türkiye’den tam 13 ayrı işkence olgusuna ayrıntılı biçimde yer verilmiş. Hepsi de birbirinden beter uygulamalar!

Yolu 12 Eylül’ün işkence merkezlerinden geçenler, bu insanlık dışı uygulamalara hiç yabancı değildir. O yüzden, yukarıda anlatılanların doğruluğu konusunda kendi adıma en küçük bir kuşku duymuyorum. Aradan 36 yıl geçmiş olsa da, işkence yöntemleri hiç değişmemiş. İşkenceciler de sanki aynı kalıptan çıkma yaratıklar!

Asıl ilginç olan, 2010 yılındaki Anayasa Referandumu’nda “12 Eylül’le hesaplaşma” savıyla ortaya çıkanların, bugün 12 Eylül’ü bile aratacak insan hakları ihlallerine imza atmaları!

•••

Ülkede Anayasa askıya alınmış. Demokrasilerin olmazsa olmazı “güçler ayrılığı” ilkesi rafa kaldırılmış. Yasama, yürütme, yargı ve akademi doğrudan Saray’a bağlanmış! Bağımsız medya susturulmuş. KHK’ler padişah fermanına dönüştürülmüş…

Şimdi bu faşizan rejimi “Başkanlık Sistemi”yle taçlandırmak istiyorlar.

Bu tutkuyla yanıp tutuşan Tayyip Erdoğan, “15 Temmuz bize Allah’ın bir lütfudur” diyor.

Başbakan Binali Yıldırım, sözün arkasını getiriyor: “Başkanlık yolu 15 Temmuz’da açılmıştır.”

Madem öyle, size Başkanlık yolunu açan Gülen Cemaati’ne teşekkür etmeniz gerekmez mi?

“İtiraf” niteliğindeki bu sözler orta yerde dururken, bir de kalkıp “FETÖ 15 Temmuz’da bize şunu yaptı, bunu yaptı” diye, dünyaya dert anlatmaya çalışıyorlar…

Kusura bakmayın ama bunu kimse yemez!

Hele de 12 Eylül işkencelerinin tüm acımasızlığıyla yeniden hortlatıldığı ve “İdam isterük!” kampanyasının doğrudan Cumhurbaşkanı eliyle yürütüldüğü bir ülkeye Fethullah Gülen’i kolay kolay vermezler!

Erdoğan da bunu biliyor ama sokaktaki fanatik destekçilerine gaz vermek için, tribünlere “dünyaya kafa tutan adam” rolü oynamak işine geliyor!

Ne var ki, bütün bunlar, dünyada alay konusu olmaktan başka işe yaramıyor…