Toplumsal Araştırmalar Vakfı ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın ortak panelinde konuşan Doçent Dr. Mustafa Şen, “İçinde bulunduğumuz...

Toplumsal Araştırmalar Vakfı ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın ortak panelinde konuşan Doçent Dr. Mustafa Şen, “İçinde bulunduğumuz durum, mahalle baskısı havasından çok, 12 Eylül havasıdır” demiş ve Türk-İslam sentezine tekrar dikkatlerimizi çekmiş.
Sayın hocamızın, “12 Eylül havası” tespitine katılmamakla birlikte, Türk-İslam sentezine dikkatlerin yoğunlaşması önerisi oldukça doğru.
12 Eylül’e giden süreç, ilan edilmemiş bir iç savaş koşullarının yaşandığı ülkemizde, devrimcilerin koşullara uygun vaziyet alması, hâkim sınıfların yönetemez, yönetilenlerin ise bu sınıflar tarafından yönetilmek istememesi hali, yani yükselen devrimci dalga boyutlarında ülkemizde bir devlet biçimi gibi uygulana gelen “Sömürge tipi faşizmin” gizli sürdürülen icrasının, açık hale dönüştürülmesinden ibaretti.
Bu bağlamda 2000’li yıllarda böyle bir saptamayı yapmak çok doğru değil.
Hâkim sınıflar kombinasyonunun kısa ifadesi olan “Oligarşi” içinde çelişkiler elbette var.
İşbirlikçi, küreselleşme sancıları çeken tekelci sermaye ile yerli ticaret burjuvazisi arasındaki çelişkiler tekeller ve tekellerin işbirliği içerisinde olduğu yabancı sermaye lehine çözümlenme sürecinde.
Halkın mevcut sisteme karşı, örgütlü bir muhalefeti söz konusu değil.
Sendikaların kıymet-i harbiyesi yok.
Gençlik ve kamu emekçi muhalefeti de ha keza öyle.
O zaman böyle bir tespit yapmanın ne yeri ne zamanı.
Ancak, hocanın Türk-İslam sentezi üzerinde yoğunlaşma önerisine tamamen katılıyorum.
Hâkim sınıfların öteden beri ellerinde bulundurdukları en önemli silah, “Türk-İslam sentezi”.
12 Eylül koşullarında Türk Ocakları genel merkezinin formüle ettiğine inanılan sentezin geçmişi aslında daha derinlerde.
Enver Paşa’nın Teşkilat-ı Mahsusa’sına kadar dayanıyor.
Enver Paşa, bu değerlendirmeyi bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun  devleti yönetme biçimi olarak benimsemişti.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın propagantistlerinin bir bölümünü Arap çöllerine sürerek “Ümmeti Muhammet”, “İslam Birliği” perspektifinde yandaş örgütlenmeler yaratmaya yönlendirmiş, diğer bir grup Teşkilat-ı Mahsusa ajanı ise Kafkas ülkeleri ve Orta Asya’da Türk Birliği oluşumu konusunda faaliyet göstermiştir.
12 Eylül sonrası Türk Ocakları tarafından güya formüle edilen Turgut Özal’ın piyasaya sürdüğü Türk-İslam Sentezi dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son kurtuluş teorisi (!) olarak İttihat Terakki Partisi’nin kadroları tarafından üretilmişti.
30 yıldır 16. Türk Devleti’nin her başı sıkıştığı noktada ipine sarıldığı Türk-İslam sentezi böyle bir şey.
Oligarşi sıkışır Türk unsurunu öne çıkarır, düzeni devam ettirir.
Oligarşi sıkışır İslam unsurunu ortaya çıkarır.
Daha da çok sıkışırsa her ikisini de birden.
Turan hayalleri görenler, birdenbire Ümmet-i Muhammediye rüyaları görmeye başlar.
İkisini bir arada gördün mü film olur renkli Türkçe sinemaskop.
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız.”
Slogan bu olunca artık gerekirse kafatası ölçerler, gerekirse ayaklarda takunya, elde ibrik gezerler.
Türk-İslam sentezi oligarşinin elinde çok önemli bir silah, ve bu yaşanılası ülkede yurttaşların birliğini bozan, can güvenliğinden tutun da, bir arada yaşama düşüncelerini iflas ettirmeye yönelik bir tehdittir.
Çok da önemli bir tehdit.