12 Eylül krize giren bir düzeni, alternatifleriyle birlikte, tasfiye ettikten sonra Türkiye’de yeni bir düzen kurdu. Bu düzen(ek) zaman içinde önemli değişimlere uğrayıp, bazı unsur ve aktörlerini geride bırakıp, bazılarını saflarına katarak bugüne kadar kendini yeniden üretmeyi başardı. Ne yazık ki aradan geçen uzun dönemde 12 Eylül düzeni ile hesaplaşacak, onu yerinden edecek bir yeni düzen(ek) ortaya çıkmadı. 
 
Kenan Evren liderliğinde askerler sorun haline gelen önceki düzen(eği), iktidar ve muhalefetiyle tasfiye ettiler. Bu tasfiye sürecinin ne derece ağır olduğunu, özellikle solun büyük bedeller ödediğini söylemeye gerek yok. Bu nedenle Evren’e duyulan öfkeyi anlamak gerekiyor. 
Bununla birlikte bu hesaplaşmada gözden kaçmaması gereken önemli bir nokta var. Evren liderliğinde darbeciler 12 Eylül düzeneğinde kritik roller üstlenmiş olsalar da, inşa edilen yeni düzenin ana aktörleri hiçbir zaman ol(a)madılar. 
Açıkçası öyle olmadığını yeni düzenin temelleri atılırken gördük; Evren’in asker/devlet aklıyla kurdurduğu parti ve liderlik yerine yönetimin direksiyonuna ulus-ötesi sermaye ve güçlerle yakın temas halindeki Özal’ın geçişi kurulan yeni düzenekte Evren’in yavaştan kenara itilişine de işaret ediyordu. 
Bu tespitin yapılması niçin önemli? Evren’in sorumluluğunu azaltmak en son derdimiz. Asıl sorun şu;12 Eylül düzenini “devletin zor aygıtları” ile özdeşleştirilip, bu aygıtın tepesinde insanların yaşamını karartan kararlar alan Evren’e odaklandığımızda, 12 Eylül düzeninin görünen yüzü ile mücadele etmiş oluyoruz. Bu arada radara girmeyen asıl gövde memleketi şekillendirmeye devam ediyor, hem de “olmayacak yerlerden” “beklenmedik destekler” alarak.
Örnek mi? Paşalara karşı Özal ANAP’ı kurdu diye demokrasi kahramanı ilan edilmedi mi? Azımsanmayacak bir halk kesimi tam da bu nedenle oyunu ulus-ötesi sermayenin de desteğini alan Özal’a vermedi mi? Sonrasında aralarında örneğin Zülfü Livaneli gibi isimlerin bulunduğu birçok solcu toplumun vidalarını söküp, kamuyu tasfiye eden Özal’a yıllarca ana-akım medyadaki köşelerinden methiyeler dizmedi mi? Hepsinden daha canlısı AKP’nin önündeki son setleri de kaldıran referandumda birçok “solcu” 12 Eylül paşaları cezalandırılacak diye evet demedi mi?  
Bu kesimlerin içine düştüğü dram 12 Eylül ile hesaplaşıyoruz derken, inşası devam eden 12 Eylül düzenine tuğla koymaları, yıkıyoruz derken, bu düzenin “ağır işçileri” haline gelmeleridir. Ortak noktaları 12 Eylül düzenini Evren’le özdeşleştirmeleridir.
O nedenle 12 Eylül’le samimi biçimde hesaplaşmak isteyenlerin yaşarken mevta olmuş cunta liderlerinin hesap vermeden gidişine fazla üzülmemesi gerekiyor. 12 Eylül’le hesaplaşmak bir düzen(ek)le hesaplaşmadır.  Düzeni, kadroları, ideolojisi, söylemi, rant-cinayet-hırsızlık ağları, giydirilmiş muhafazakârlığı ve liberalizmiyle bir bütün olarak karşısına alan bir hesaplaşma. Gezi başkaldırısı tam da bunu yapmaya kalkıştığı için bu hesaplaşmanın bir ön tarihi, ilk raundudur; defterinde ölü generallerden daha fazlası vardır!