Bazıları siyasi parti faaliyetleri serbest bırakılıp, seçim sandığı milletin önüne konulduğunda 12 Eylül aşılmış sandı. Bazıları 12 Eylül’ü aşmayı sivil bir anayasa ile özdeşleştirirken, başka bazıları da ahi gitmiş vahı kalmış birkaç generalin yargılanmasını siyasi eşik olarak gördü.

Bu değerlendirmelerin bir mantığı var; herkes 12 Eylül ile kaybettiğini ya da kaybettiğini düşündüğünü geri aldığında onu aşılmış sayıyor.

Bu değerlendirme sosyalistler için de geçerli. Bazı kayıpların giderilmesinin mümkün olmadığını biliyoruz. Solan yaşamların, çekilen çilelilerin, parmaklıkların arkasında yitip giden gençlik yıllarının, özgürlüklerin dönüşü mümkün değil. O nedenle 12 Eylül bir yönüyle hiç unutulmayacak ve ancak bütün bunların hesabı sorulduğu, erken solan yaşamların hayal ettiği dünya kurulduğu zaman aşılmış olacak.

Öte yandan bir sosyalistin asıl kabul edemeyeceği toplumla kurduğu bağlarının koparılması, onu sosyalist yapan temel özelliğinin elinden alınmasıdır. Esasen 12 Eylül’ün başta sosyalist sol olmak üzere sola vurduğu en büyük darbe budur. Geri alınabilecek olan ve alınması gereken de budur!

7 Haziran seçimleri bir kez daha bu gerçeği solun önüne koymuştur. Doğrudur, halk AKP’ye şimdilik dur demiş, HDP barajı aşarak önemli bir iş yapmıştır. Seçim sonrası oluşan denge bir kez daha göstermektedir ki geniş halk kesimleriyle, 12 Eylül rejiminin kestiği bağları güçlü biçimde kurmadan bu ülkede sol bir iktidardan söz etmek mümkün değildir.

12 Eylül düzeninin sola ve geniş halk kesimlerine giydirmek istediği deli gömleği nasıl yırtılacak sorusunu yanıtlamaya, bu yönde geçtiğimiz döneme damgasını vuran iki mücadeleye dikkate çekerek başlamakta yarar var.

12 Eylül düzenini aşma konusunda yakın tarihteki önemli bir hareketlenme Gezi başkaldırısıdır. Gezi’nin en önemli özelliği 12 Eylül rejiminin yarattığı ekonomik ve siyasi düzene geniş halk kesimlerinin, açık bir liderlik olmadan meydan okumasıdır. Diğer bir anlatımla geniş halk kesimleri toplumsal alanda biriken sorunlarını doğrudan siyasal alana taşımış, başka tür bir siyaset aradığını ifade etmiştir.

12 Eylül siyasetine meydan okuyan bir diğer siyasal başkaldırı Kürt siyasal hareketinin geçtiğimiz uzun dönemde vermiş olduğu mücadeledir. Özgün koşulları ve siyasi projesi çerçevesinde 12 Eylül rejiminin siyaset tasarımını önemli ölçüde aşan Kürt siyasal hareketi yukarıdan aşağı bir proje olarak Kürt halkı ile güçlü bağlar kurmayı başarmıştır. Ancak bu bağların büyük ölçüde “ulusal” mesele üzerinden kurulduğunu görmek zorundayız.

Nitekim HDP7 Haziran seçimlerinde, 12 Eylül sonrası toplumsal alana adım adım yerleştirilen muhafazakârlığa karşın, AKP’yi Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu yerlerde esaslı bir yenilgiye uğratmayı başardı. Ancak bu muhafazakârlığı karşısına alan bir stratejiden çok, ulusal sorun etrafında başarılmıştır. HDP’nin gösterdiği meclis başkanı adayının AKP kurucusu Dengir Mir Mehmet Fırat olması da bu açıdan anlamlıdır.

HDP’nin batıdaki “yükselişinin” gerisinde ise Gezi bileşenlerinin verdiği desteğin belirleyici olduğu söylenebilir. Bu destek HDP’nin barajı aşmasını sağlasa da, soldan gelen oylar oldukları ölçüde, AKP’yi bu bölgelerde geriletecek bir etki yaratmamıştır.

Sorun sadece muhafazakâr Anadolu/taşra da değildir. Ankara ve İstanbul’da AKP’nin gücünü koruyor olması kendi başına bir başarısızlıktır. Bu başarısızlığın birincil muhatabı kuşkusuz ana muhalefet partisi CHP’dir. Son seçim sonuçları bir kez daha topluma esaslı biçimde sirayet etmeden, dışardan seslenerek muhafazakârlığın ve onun temsilcisi partilerin yenilgiye uğratılmasının mümkün olmadığını göstermiştir.

Kısaca 7 Haziran seçim sonuçları ve sonrasında oluşan siyasi tablosol açısından sandıkta verilen mücadelenin nitel ve nicel sınırları ve yetersizliğini ortaya koymuştur. Hükümet kurma sürecinin belirleyici aktörleri olarak AKP ve MHP’nin öne çıkması bu durumun iyi bir göstergesidir.

Bu tablo, sol geniş halk kesimleriyle sandık ötesine geçen ilişkilenme alanları ve biçimleri yaratmadan değişmeyecektir.

Birleşik Haziran Hareketi seçim sürecinde sandık ötesi bir siyaset vurgusu yaparken, tam da bu gerçekliğe, geniş halk kesimleriyle kesilen bağların tekrar kurulmasına işaret etti. Önümüzdeki dönemin sol açısından asli görevi ve yeni meydan okuma konusu budur.