Önceki gün Evren gömüldü, bir ıssız devlet töreniyle. Dün de 301 madencinin bir ocağa birlikte gömülmelerinin 1. yılıydı.

Evren’in, sermaye daha kolay sömürebilsin, işçi sesini çıkaramasın, örgütlü dayanışmacı bir toplum daha filizlenirken boğulsun diye yaptığı darbenin ve ancak zorbalıkla uygulanabilecek 24 Ocak kararlarının üzerinden 34 yıl geçtikten sonra, ekmek için girdikleri kömür ocaklarına gömüldü işçiler.


Henüz o katliamın üzerinden bir yıl geçmişti ki, dün, yine bir göçük meydana geldi Soma’da. İster hiçbir şey değişmedi diye hayıflanın, ister şükredin sadece bir işçi yaralandı diye… Ama bilin ki, bunlar 12 rejiminin sürdüğünün kanıtlarıdır.

Evren’in darbesi, IMF’nin “standart istikrar programı” uygulanabilsin diye yapılmıştı. O programla; sanayiye ve temel mallara dönük kamu yatırımları tasfiye edilmiş, sübvansiyonlar kaldırılmış, KİT’ler özelleştirilmiş, dış ticaret serbestleştirilmiş, iç talebin daralması için emekçilerin kazanımları birer birer ellerinden alınmış, örgütleri buna ses çıkaramaz hale getirilmişti. Evren’in darbesi sayesinde reel ücretler gerilemiş, toplu sözleşme ve sendikal faaliyetler yasaklanmış, toplumsal muhalefetin dinamiği devrimciler de işkencelerden geçirilerek cezaevlerine doldurulmuşlardı.

Madencilerin Yeraltı-Maden-İş gibi bir sendikası olmasın diye de yapıldı bunlar. Yeraltında örgütlediği hayatı, yer üstüne de taşıyan, madenci köyleri ve mahallelerinde dayanışma ağları kuran sendikalar olmasın, madenci kendi kendini yönetmeyi öğrenmesin diye yapıldı.

12 Eylül rejimi sayesinde işte; şimdi, 301 ölümün ardından “şehit” diye ağıtlar yaktıktan sonra, madencinin payına düşen yine işten çıkarılmak oldu. İşini kaybetmediyse hâlâ, sefalet içinde çalışıp sefalet içinde yaşamak oldu. 

12 Eylül; yolsuzlukların, hukuksuzlukların, sendikasızlık ve güvencesizliğin, dayanışma yerine gemisini kurtaran kaptan anlayışının, ideoloji ve politikayı “tu kaka” etmenin kapısını açmıştı ardına kadar. Soma o açık kapıdan girenlerin hâlâ hüküm sürmesinin sonucu işte.

Tarımın yok edilişinin; önce tütün, ardından da zeytin üretiminin bir geçim yolu olmaktan çıkarılmasının sonucu Soma havzasındaki herkesin kölelik ücretleriyle madene inmeye mecbur edilişinin sonucu.

Sendikanın ve sendikacılığın iğdiş edilişinin, sendika gibi bir sendikaya üye olmanın “bozuk sicil”, “bozuk sicil”in işsizlik anlamına geldiği öz be öz bir 12 Eylül düzeninin sonucu. Devlet ve sermaye işbirliğiyle sürdürülen sömürüye payende olan sendikacılığın sonucu… O sendikacılık ki; ne müfettişlerin madeni doğru dürüst denetlememesini, ne de geldiklerinde patronlarla oturup yiyip içmelerini sorun ediyor… O sendikacılık ki, boşluğunu hemşerilik ve akrabalık ağlarının çaresizce doldurmaya çalışmasını öylece izliyor…

Ve öylesine kahredici bir düzen ki, Evren’in giderken ardında bıraktığı; insanları AKP’nin mükemmel kullandığı bir yardım/sadaka ağı içinde yoksulluğu sürdürerek yaşayabildiği için şükretmeye mahkum ediyor. Öyle rezil bir “yardım/sadaka ağı” ki, Soma’nın babası ölmemiş çocuklarıyla eşi ölmemiş kadınlarına “Keşke benimde babam ölseydi de benim de bisikletim olsaydı”, “Ölmedin ki herif, ölün işe yarasın” dedirtebiliyor.

Gitti Kenan EvrenSoma’yı ve her köşesi Soma gibi bir ülkeyi geride bırakarak… 12 Eylül; yolsuzluk, hukuksuzluk, sendikasızlık ve güvencesizlik, dayanışmanın yerini gemisini kurtaran kaptan anlayışının alması, ideoloji ve politikanın “tu kaka” edilmesiyse eğer, bütün bunlar hala burada bugün. Evren kadar sağlam muhafızlarıyla birlikte…

Dün BirGün’ün manşetinde de dendiği gibi, o muhafızlara rağmen, yeraltında ekmeği, zeytini, domatesi paylaşanların dayanışmasını yerüstüne de taşıyabildiğimizde, ancak o zaman, 12 Eylül’ü de göndereceğiz Evren’in yanına.

Not: Bu yazıda, bir ders çerçevesinde Soma’da yürüttükleri alan araştırması raporlarından yararlandığım A.Ü. SBF Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkileri Bölümü 3. sınıf öğrencilerine teşekkür ediyorum.