Bakanlar Kurulu, 29 Ocak’taki toplantısında, Birleşik Metal-İş grevinin ertelenmesine karar vermiş…
Herhalde bir araya gelip toplanmışlardır da karar vermişlerdir diyeceksiniz…
Hayır efendim, toplanmamışlar…
Bahis konusu çalışanların hakları olunca millî menfaat öne çıkmış… Durum aciliyet kazanmış ve Bakanlar Kurulu’nun bir sonraki toplantısı bile beklenmemiş… Usûl teferruat haline gelmiş.
Belki de bir telefon yetmiş.
Hırıltılı bir ses, “erteleyin,” demiş…
Grev ertelenmiş…

Siyasî geleneğimizde buna benzer usûlsüzlükler görülmedik şey değil…
Örneğin 1925’te Şeyh Sait’e karşı ilan edilen sıkıyönetimin, imza eksikliği nedeniyle düpedüz kanunsuz olduğu söylenir…
Çünkü kararın ilanında, devrin Sağlık Bakanı Mazhar Bey’in imzası eksikmiş… O dönemin yasalarına göre bu kararın, imza eksikliğinden dolayı yokluk hükmünde sayılması gerekiyormuş…
Ama sayılmamış…
Örneğin 6-7 Eylül olaylarında, İstanbul’da ilan edilen sıkıyönetim kararını yalnızca Celal Bayar ve Adnan Menderes vermişler…
Bir bakanlar kurulu toplantısı yapılmamış. Bakanların olan bitenden sonradan haberleri olmuş ki, bu ilanın da yokluk hükmünde sayılması gerekirmiş…
O da sayılmamış…

12 Eylül darbesini izleyen yıllarda, şu cümleyi sık duyardık…
“12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun?”
Bu cümle, diktatörlükten nemalanan vahşi liberal siyasetin cebinde sakladığı bir joker kartı gibiydi…
Her işe yarardı, her kapıyı açardı…
Sendikal örgütlenmeyi mi savunuyorsun? Toplu Sözleşme alanının genişlemesini, reel işçi ücretlerinin artmasını mı talep ediyorsun?
Ceplerinden jokeri çıkarırlardı…
“12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun?”

Diyelim grev yapacaksın; hakkını, ekmeğini savunacaksın…
Yanıt hazırdı:
“Ne yani, 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun?”
Grev yasaktı. Grevler millî menfaatlere aykırı bulunur, sonsuza kadar ertelenirdi…
Basın özgürlüğünü savunanlar, toplantı, gösteri ve protesto hakkını savunanlar aynı cümleyle karşılaşırlardı…
“Ne yani…”
YÖK’e karşı mısın, üniversitenin özerkliğinden yana mısın, kamu mallarının talan edilmesine, özelleştirmeye muhalif misin?
“12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun?”
Siyaset iki büyük partinin çekişmesi üzerine bina edilmişti… Üçüncü partiye yer yoktu…
Niye yoktu?
İki partiden fazlası ekonomik ve siyasî istikrara zarar verirdi! Bu yüzden, cunta yüzde on gibi yüksek bir seçim barajını öngörmüştü. Maazallah bu baraj kaldırılsa ya da yüzde üçe indirilse 12 Eylül öncesine dönerdik…

Günlerden bir gün, Vehbi Koç, Kenan Evren’e bir mektup yazdı…
“Şu kıdem tazminatları biz büyük sermaye sahiplerini fena yoruyor; bunları bir fona devretseniz de rahatlasak,” deyiverdi…
Kenan Evren’in mektubu okuyunca ne demiş olduğunu bilemiyoruz…
Ancak mektubun Vehbi Koç’un istekleri yönünde bir sonuç vermemiş olmasına dayanarak bazı tahminler yürütebiliriz…
Örneğin Evren şöyle bir tepki göstermiş olabilir:
“Yok devenin nalı…”

Türkiye’nin siyasi iklimi, bugünlerde hızla devenin nalı burcuna giriyor…
Öyle görünüyor ki, kıdem tazminatlarının fonlara devri, Erdoğan başkanlığındaki Davutoğlu hükümetine nasip olacak…
Evren’in darbe kanunlarının baskı çıtasını yükseltmek de aynı hükümete nasip olacak…
İç Güvenlik Paketi, kanunsuz grev ertelemeleri, iş güvenliği denetiminin sıfırlanması…
Bütün bunlar hep nasip…

Gazdan korunmak için ağzını burnunu kapatana dört yıl…
Cebinde sapan taşıyan çocuğa iki yıl…
İdarî amirleri savcı ve yargıç konumuna getiren hukuki kovuşturma yetkisi…
Patronlara taşeron güvencesi, çalışanlara üçün biri…

12 Eylül sonrasına mı dönmek istiyordunuz?
Buyrun…
Döndünüz.