Google Play Store
App Store

Araştırmacı Aybat, ‘Fotoğrafın Sırtındaki Kambur 12 Eylül’ kitabında askeri darbenin fotoğraf alanındaki etkilerini inceledi. Aybat, “Darbeden sonra birçok fotoğrafçı gözaltına alındı ya da gizlenmek zorunda kaldı. Popüler kültür, kendine açılan boşlukta serpildi” diyor.

12 Eylül toplumcu fotoğrafçılığı vurdu
‘Fotoğrafın Sırtındaki Kambur 12 Eylül’ kitabının söyleşisi Karşı Sanat’ta yapıldı.

Tuğçe ÇELİK

Araştırmacı ve fotoğraf sanatçısı Arzu Aybat, Papirüs Yayınları’ndan çıkan ‘Fotoğrafın Sırtındaki Kambur 12 Eylül’ başlıklı kitabında askeri darbenin fotoğraf alanına yaptığı etkileri, dönemin tanıklarıyla gerçekleştirdiği röportajlarla birlikte ele aldı.

12 Eylül askeri darbesinin yarattığı tahribatın toplumcu fotoğrafçılık ve imge üretimi üzerindeki olumsuz etkilerini mercek altına alan Aybat, “Susan Sontag ‘Fotoğraflar tek başlarına ahlaki bir değer yaratmazlar ancak mevcut tutumlardan birini güçlendirebilir, yeni şekillenmeye başlayan başka bir tutumun oluşmasına da katkıda bulunabilirler’ tespitini yapar. 12 Eylül ile gelen 80’lerin iklimi, kültürel alanın içini boşalttığından, dönemin imajlarının temel niteliği, var olan koşullar ne ise onu desteklemek oldu” diyor. Aybat ile 12 Eylül sonrası dönüşen fotoğraf sanatını konuştuk.

12 Eylül askeri darbesi öncesi fotoğraf alanını nasıl değerlendirirsiniz?

1961 Anayasası Türkiye’de basına, işçi sınıfının örgütlenmesine, öğrenci faaliyetlerine görece özgür bir ortam hazırlamıştı. Farklı ülkelerdeki sosyalist mücadele örnekleri Türkiye’de karşılık bulur oldu. Bu etkiler kuşkusuz kültür ve sanat ortamına da yansıdı. İnsanlar sanatın farklı alanlarında kendilerini özgürce ifade edebildi. Önceleri portre stüdyolarına sıkışan fotoğrafın sonradan tanıştığı ‘köy gerçekçiliği’, 60’ların ikliminde serpildi. Birbirine fikren yakın kimlikler, örgütlenmenin öne çıktığı bu dönemde farklı yapılar altında toplandı. İFSAK, 1959’da İstanbul’da kurulan Türkiye’nin ilk fotoğraf kulübüydü, fotoğrafın popüler kanadını tuttu, hâlen de tutuyor. Akabinde Halkevlerinin ikinci dönemine denk gelen yıllarda fotoğrafın toplumsal işlevini önemseyen akıl iyiden iyiye belirginleşti. AFSAD da bu aklın bir sonucu olarak Ankara’da kuruldu. Öğrenci protestolarından, işçi grevlerinden fotoğraflar çekerek bunları sendikaların foto-film merkezlerine taşıdı. Fotoğrafın ‘sanat’ bacağını tutan FOTOS adında önemli bir yapı da 70’lerde işleriyle ve çıkarttığı yayınlarla kendinden söz ettirdi. Tüm bu aktörler 70’lerin fotoğraf ortamında inandıkları biçimde çalışmalarını sürdürebilen yapılardı.

Darbe, fotoğraf alanında nasıl bir dönüşüme sebep oldu?

Toplumsal hareketlilik yükselmişken, 12 Eylül sabahı ülke sessizliğe bürünüyor. Bu sessizliğin ardı da sayısız tutuklama, işkence ve idamlarla gelirken, ülkede baskı ve korku iklimi hâkim. Halkın değil politika yapması, birkaç kişinin yan yana gelip ideolojik tartışmalara girmesi dahi devletin istemediği durumlar. İnsanları bir araya getiren örgütlü yapılar, sendikalarla birlikte fotoğraf dernekleri de kapatıldı. Fotoğrafın toplumsal ayağını tutan öznelerin, 80’lerin neredeyse sonlarına dek etkileri süren apolitik iklimde çalışabileceği alan da ortadan kalkmış oldu. Birçok fotoğrafçı 12 Eylül sonrası gözaltına alındı veya alınmamak için gizlendi. Sendikaların, yayınların, sol sosyalist tavırdaki fotoğrafçılara alan tanıyan aklınıza neresi geliyorsa hepsinin üzerine toprak atıldığı için, bu alanların aktörleri de ya başka işlerle uğraşmak durumunda kaldı ya da fotoğrafı farklı biçimde sürdürdü. Devletin dayattığı apolitik iklimde popüler kültür, kendine açılan geniş boşlukta serpilme fırsatı buldu. Bunun fotoğrafta karşılığı popüler ayağın güçlenmesi oldu. Bir tarafın özneleriyle birlikte sahadan çekilmesi, o gün ‘belgesel’ olarak yapılan, fotoğrafçının mesele edindiği konuları anlatım aracı olarak kullandığı fotoğrafın uzun yıllar bu coğrafyada etkin bir varlık inşa edememesine neden oldu.

Neoliberal politikaların da uygulanmasıyla fotoğraf alanında ortaya çıkan tabloyu nasıl yorumlarsınız? 

Toplumsal hareketliliği baskı altına alan 12 Eylül siyaseti, ekonomiyi de yeniden dizayn ederken, döviz serbestliği, yurt dışı çıkışlarda alınan vergilerin kaldırılması gibi sözde olanaklarla geldi. 70’lerde hak ve adalet arayışlarını fotoğrafla sürdüren kimileri için bu şartlar altında seyahat fotoğrafçılığı, geçer akçe oldu. Biçimsel ögelere, yüzey düzenleme ilkelerine yaslanan popüler fotoğraf anlayışının yükselişi, sadece Türkiye’yi değil uzak coğrafyaları da aynı estetik arayışla keşfe çıkan fotoğrafçıların sayısındaki artışla paralel gelişti. Bu devlet eliyle yaratılan kültür erozyonunun ve boşalan zemine inşa edilen tüketim odaklı yaklaşımların sonucudur. 12 Eylül’ün getirdiği sansür ve oto sansür, fotoğrafçıları farklı düşünme biçimleri geliştirmeye de sevk etti. Fotoğrafın gerçekle olan ilişkisine tutunan belgesel tavrı sürdürme niyetindeki fotoğrafçıların baskılarla mücadele ve oto sansür ikileminde ortaya çıkarttıkları işlerin ise, bir bakıma yaşamdan kopmuş grafik ögelere dönüştüğünü gördük. Bu anlaşılır bir durum. Çünkü tanıkların anılarında, sıradan bir ekmek kuyruğunda ya da kalabalık bir otogarda fotoğraf çekerken dahi soluğu karakolda almanın işten bile olmadığından söz ediliyor.

∗∗∗

DEVLET ELİYLE TÜKETİM KÜLTÜRÜ İNŞA EDİLDİ

Darbe sonrası kurulmak istenen kültürel hegemonya, fotoğraf özelinde nasıl şekillendi?

12 Eylül, her alana geriye dönüşü mümkün olmayan biçimde müdahale etti ve o geride bırakılanların izlerinin üzerinden dozerle geçti. Arşivler dolusu kitap, dergi, kaset, fotoğraf yok edildi. Bahse konu dönemlerde fotoğrafın rolü çok daha büyük çünkü bilgi ve haber alma mecraları kısıtlı. Fotoğrafın, evinde oturan insana sözlü ve yazılı bilginin ötesinde görsel kanıt taşımasından gelen gücü iktidar tarafından çok iyi bilindiği için, bir dönem tüm kanıtlarıyla yok edilirken, yerine yazılacak tarih de devletin kurallarıyla dizayn edildi. Sansür, devlet elinin her alana başat müdahale yöntemiydi. Söz söylenen alanların daraltılması, insanlara tüketilecek şeyler sunma ihtiyacını doğurdu. Arzu edilen tüketim toplumunu kurarken reklamlar da, kültür endüstrisinde zaferini ilan etti. Satın alınması beklenen ürünlerin tanıtımı kadar insanların zihninde bir imajının oluşturulması da önemsendi ve bunun için yine fotoğrafa önemli rol düştü. Bu seyretme hâli basında ve yaşamın her alanında vitrinler yaratırken, devletin istediği biçimde tüketilecek yeni şeyler kamuoyuna sunuldu.

∗∗∗

KİMDİR?

Arzu Aybat, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ndeki eğitimi sırasında Taşkışla Fotoğraf Kulübü’nde fotoğrafçılığa başladı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde ‘Türkiye’de 1960 Sonrası Siyasal Dönüşümlerin Fotoğraf İklimi Üzerindeki Yansımaları’ başlıklı yüksek lisans tezini tamamladı.  ‘Fotoğrafın Sırtındaki Kambur 12 Eylül’ adlı kitabı Şubat 2025’te Papirüs Yayınları’ndan basıldı. Kitapta dönemin tanıklığını yapan fotoğrafçılar Özcan Yurdalan, Çerkes Karadağ, Özcan Yaman, basın fotoğrafçısı Kadir Can gibi isimlerin röportajları da yer aldı.