12 Eylül’e birkaç gün kala, bir ortamda kendisini “DAL’ın* kurucularından” diye tanıtan eski bir polisle karşılaştım. “Demek işkencecilerimden birisiniz!” dedim. Hizbullah’ın Konca Kuriş’e korkunç işkenceler yaptığından söz etti. “Siz de onlardan geri kalmıyordunuz” dedim. Hizbullahların falan böyle serpilip gelişmesine onların işkenceleri üzerinde yükselen 12 Eylül’ün yol açtığını söylemeyi akıl edemedim!

Eşim ve oğlum “işkencecim” dediğim yaşlı adamla böyle rahat “sohbet” edişime hayretle baktılar. Ben de kendimden şüphe ettim: Acaba liboş muyum?

Dün, ayaktakımını işkencelilerin oluşturduğu 12 Eylül’ün 42. yıldönümüydü. Yaşları büyütülerek çocukların asıldığı, sağdan soldan 50 kişinin idam edildiği, yüz binlerin gözaltına alındığı, hapishanelerde ve açlık grevlerinde 400’e yakın insanın öldüğü, onlarcasının “kaçarken” veya “çatışmada” vurulduğu, 43 kişinin “intihar” ettiği, 171 kişinin ağır işkencelerde öldürüldüğü… Kötülükler listesi çok daha uzun bir faşist iktidar döneminin yıldönümü!

***

12 Eylülcüler gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içindeydiler desem, D. Bahçeli veya Ö. Çelik itiraz eder mi, bilmiyorum.

En azından MHP’lilerin, kendi yaşadıkları değilse bile “milliyetçilikleriAmerikalıların “our boys” (bizim çocuklar) dediği 12 Eylülcülere muhabbetle bakmalarını zorlaştırmalı, değil mi?

AKP de, malum, 12 Eylülcüleridevlet aleyhine cürüm” işlemekten yargılamak için pek çaba sarfetti! Bu vaatle de epeyce insan tavladı!
Devlet aleyhine cürüm” galiba gaflet ve dalaleti aşar, hıyanete girer!

Anladınız; laf Tunç Soyer’in 9 Eylül’deki; “100 yıl önce bu toprakları yönetenler gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeydi. Gençleri, kadınları ve çocukları hiç düşünmediler. Sadece saraylarındaki saltanatı korumak için bütün bir milleti ateşe attılar” cümlelerine geliyor.

Ona değil de Atatürk’e ait cümleler ve bir Osmanlı subayı olan Atatürk de tam da onun gibi Osmanlı sarayının son hükmedenlerini, emperyalizmle iş birliği yapanları kastederek söylemişti.

***

Şimdi, Osmanlı’ya saldırdı” diye Soyer’e hücum edenlere; “Siz 12 Eylülcülere saydırırken Türkiye Cumhuriyeti’ne mi saldırmış oluyorsunuz? İktidar ve devlet aynı şey midir?” diye sormanın bir anlamı yok tabii. Onlar kendileri için bir varlık yokluk meselesi olan seçime doğru giderken, ellerinde pek bir şey de kalmadığından, bulabildikleri her şeyi “bayrağa sarıp” vatan-millet-din-iman diyerek meydan-medya dolaşacaklar!
Gelelim “işkencecim”le “sohbet”ten sonra “liboş muyum” diye kendi kendimi yememe yol açan şüpheye…
Allah’tan Soyer’e hücuma, gazeteciliğe benim doğduğum yılda başlamış ve o günden bugüne duruşunu hiç bozmamış bir “meslek büyüğü” de katılıp kendini hatırlattı da biraz rahatladım.

Başlıkta adı var işte. Solcu da olmuş sağcı da… O nasıl “duruşunu bozmamak” derseniz, basit: Meslek hayatı boyunca 29 başbakan 35 hükümet değişmiş, o hepsini desteklemiş! Arada cumhurbaşkanları da var… Hiç değişmeyen bir duruş, çok net, dümdüz bir çizgi işte!

***

Geçen gün, Kılıçdaroğlu’na da mesaj göndererek; “Kemal Bey, İzmir’de denize döktüğümüz Yunan’la helalleşmeyi düşünür mü bilmem ama bu süreci Tunç Soyer başlatmış görünüyor” diye yazmıştı.

12 Eylül’ü de desteklemiş, yıllar sonra “Kenan Evren iyi niyetli bir adamdı. Ona hep teşekkür duygum var” demişti.

O Kenan Evren ki, Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya konusunda “yapmayacağız” dediği hatayı yapmış, darbeden iki ay sonra “Gen. Rogers’ın asker sözüme güvenerekYunanistan’ın NATO’ya dönüşüne onay vermiş, “Yunan’la helalleşmişti!

Ya gerçekten, “işkencecim”le ayaküstü “sohbet” beni de “liboş” yapar mı?

*12 Eylül’ün Ankara Emniyeti’ndeki işkence/sorgu merkezi.