Aradan geçen bunca zamana karşın 12 Eylül niçin bu derece canlı ve de canımızı yakmaya devam ediyor?

Aradan geçen bunca zamana karşın 12 Eylül niçin bu derece canlı ve de canımızı yakmaya devam ediyor? Bütün herşeyi bir yana bıraksak, 50 insanın idam edildiği bir dönemden söz ediyoruz; bu bile yeterli unutmamak için. Ancak biliyoruz ki, 12 Eylül’ün yarattığı hasar bu ve benzeri “insan maliyetlerinin” çok ötesinde. Bugün karşı karşıya olduğumuz bir çok sorun 12 Eylül dönemiyle yakından ilişkili. O yüzden bir kaç “zaman aşımına uğramış” generali cezalandırmanın çok ötesinde bir mesele 12 Eylül’ün üstesinden gelmek. Çünkü 12 Eylül geçmişte yaşayıp, bir türlü aşamadığımız bir travmadan fazlasını temsil ediyor.

Günümüzün popüler kavramını kullanacak olursak; 12 Eylül mevcut yapılar ve ilişkilerde kırılmalar yaratan, yeni yapıları ve ilişkileri eskisinin yerine koyan bir “olaydır” ve yarattığı dönüşüm üç ana eksen üzerinden özetlenebilir.

Siyasal alanda 12 Eylül’ün yarattığı en önemli değişim sol parti ve hareketlerle halk arasında kurulan güçlü bağın koparılması, ekonomik alanda iç pazara ve üretime dayanan bir ekonomi yerine piyasa merkezli, üretimden vazgeçen ve dışa açık bir ekonomik düzenin konulması, sosyo-kültürel alanda ise gecekondu alanları da dahil olmak üzere aydınlanmaya yaslanan yaşam biçimleri ve inançların yerine muhafazakarlığın dayatılmasıdır. 12 Eylül bu birbiriyle ilişkili üç ana mecrayı açmış, gerekli koşulları hazırlamış, sonrasında Türkiye bu üç ana aks üzerinden yürüyerek şekillenmiştir.

Bu yürüyüşte bugün gelinen noktada 12 Eylül düzeninin ana mirascısı AKP iktidarıdır. AKP piyasa mantığını ve muhafazakarlaşmayı en uç noktalarına taşırken, solun bağının koparıldığı halk kesimleriyle patronaj ilişkileri kurmuştur.

Tam da bu nedenle bir kaç generali yargılayarak Türkiye’nin 12 Eylül’ü aşacağını varsayarak AKP kayığına binenler kendilerinin de kabul etmeye başladığı bir dram yaşamışlardır.

12 Eylül düzenine gerçek bir meydan okuma aranacaksa, doğru adres Gezi başkaldırısıdır. Galiba bizleri bu derece heyecanlandırmasının temel nedeni de 12 Eylül’ü sona erdirecek yeni bir olay olma potansiyelini taşımasıdır. Çünkü Gezi kentler üzerinden 12 Eylül düzeninin üç temel gelişme ekseninde de meydan okudu; piyasacı neoliberal düzene ve muhafazakarlaştırma projesine baş kaldırırken, sol açısından toplumla tekrar kucaklaşma olanaklarına da işaret etti.

Gezi en azından bugün için bu hızla çürüyen düzeni sona erdirecek bir olay olamadı. Çünkü toplumsal alanda olan bu olayı siyasal alana taşıması beklenen güçler bu işlevi yerine getirmediler.

Sosyalist sol uzun süre siyasetin kıyısında ve toplumdan geniş ölçüde kopmuş olmanın yarattığı olumsuzlukları aşamadı.

Ancak Gezi’nin mesajı alınmış görünüyor; başlatılan güçbirliği çabaları bu teşhisin ve temsil arayışının bir sonucu.

Öte yandan kendisi 12 Eylül’ün mağduru olan CHP’nin de Gezi’yi iyi değerlendirdiği söylenemez. Yerel seçimlerde, Gezi süreci ve güçlerine yaslanmak yerine, 17 Aralık soruşturmaları ve Cemaat’i dikkate alan bir strateji izlendi. Olağanüstü Kurultay’da gösteriyor ki, piyasa düzeni ve muhafazakarlaşma CHP açısından karşısına değil, yanına alınması gereken değerler olarak görülüyor. Bu ikiliyi sorgulamadan halkla yeniden buluşmanın imkansızlığını bugüne kadar yaşanan seçim yenilgileri göstermiş olsa da, görmezden geliniyor.

Görünen o ki 12 Eylül düzeni bütün çürüme ve baskıcı eğilimlerine rağmen hala ayakta ve 12 Eylül eğer bir olaysa, her olay gibi aşılması yarattığı yapı ve ilişkileri değiştirecek bir başka olayla mümkün. Gezi başkaldırısının başından itibaren atılan “bu daha başlangıç” sloganı tam da bunu söylüyor.

Not: Dün yayınlaması gereken Tarık Şengül’ün köşe yazısını teknik nedenlerden dolayı bugün yayınlıyoruz. Okuyucularımızdan ve yazarımızdan özür dileriz.