Sıklıkla yaptığımız bir hata var. 12 Eylül sonrası gazeteciliği 13 Eylül’den itibaren tartışıyoruz. Bu yazıya giriş olsun diye pazartesi günü hariçten yazdığım Kenan Evren yazısının sonunda “sorulmayan soruları” belirterek buna değindim, ama bu yazıda açmayı düşündüğüm için detayına girmedim. 12 Eylül’ü o günlerde yaşayan ve siyasetle içli dışlı olmayan kime sorsanız, “Allah’tan darbe oldu da sokaklarda akıtılan kan durdu” noktasında savunur. Zaten Evren’in 1982 Anayasası’nın referandumda yoğun kabul görmesi de bu nedenledir. Bugün Ertuğrul Özkök gibilerin pişkince, “12 Eylül oldu da kurtulduk, Allah Evren’den razı olsun” noktasına gelmesi de aynı şekilde. Darbe koşullarının olgunlaşması için bir plan yürütüldüğünü göz ardı ettiğinizde bu çok makul bir açıklama, lakin işin aslı öyle değil. 12 Eylül sonrası övgüler kadar, 12 Eylül öncesi sorulmayan sorular da önemli. Belki onlardan çok daha önemli. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun konusu bu.
1-1977’deki Kanlı 1 Mayıs’ın arkasında kimler vardı? Bunu o günlerde kaç gazeteci masaya yatırabildi?
 
2-Bülent Ecevit, 29 Mayıs 1977’de suikast girişiminde bulunulduğunda “kontrgerilla”yı işaret ediyordu. O kontrgerillanın hangi amaçla kontrol edildiği sorusu o günlerde ne kadar sorulabildi?
 
3-16 Mart’ta İstanbul Üniversitesi’nde sol gruplu öğrencilerin üzerine ateş açılıyor 7 öğrenci ölüp 47 öğrenci yaralanıyordu. 16 Mart Katliamı olarak kayda geçen bu olayın ardını arkasını kaç kişi aradı?
 
4-Bahçelievler semtinde 7 İşçi Partili öğrenci, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın aralarında olduğu ülkücü grup tarafından öldürüldü. Kırcı, 1999’da cezaevinden çıktıktan sonra “Bizi kullandılar” diyordu. Kimlerin, niye kullandığı, aynı zamanda bir gazetecilik sorusuydu.
 
5-Maraş’ta bir sinemaya solcuların bomba attığı söylentisiyle kışkırtılan kalabalıklar (hemen de kışkırırlar) resmi rakamlara göre 111 Alevi vatandaşı (daha fazla olduğu öne sürülür) vahşice katletti. 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı. Peki “o günlerde Maraş’a giden ve Milli Piyangocu olmadığı belgelenen 26 sahte Milli Piyangocu ve ABD Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Robert Alexander Peck’in katliamdan bir süre önce Maraş’a gelip bir süre kalması, burada Alevi-Sünni çatışması üzerine bilgiler alması gibi gelişmeler,”  aynı zamanda birer gazetecilik sorusu değil miydi? Arkasından gelen Çorum Katliamı ha keza.
 
6-Gazeteci Abdi İpekçi cinayeti. Fail Mehmet Ali Ağca’nın cezaevinden kimler tarafından nasıl kaçırıldığı sorusuyla birlikte elbette birer gazetecilik meselesiydi.
 
7-24 Ocak 1980 Ekonomik kararlarının uygulanabilirliğini sağlamak, bugün 12 Eylül’ün asıl gerekçelerinden biri olarak değerlendiriliyor. Peki ya o zaman? O günlerde 24 Ocak’ın ve Serbest Piyasa’nın gerçekte ne anlama geldiğini bir tek Cumhuriyet gazetesi kavrayabilmişti. Diğer yaygın gazeteler, IMF’den gelecek yardımların coşkusuyla beraber 24 Ocak’ın halkla ilişkilerini üstlenmiş gibiydi. O gün 24 Ocak kararlarının sözcülüğünü üstlenmiş gibi görünen bir gazete, onların uygulanabilirliğini güvence altına alacak bir askeri darbeyi niye desteklemesin ki?
Bugün bakıldığında çok daha net görünüyor. 12 Eylül öncesinde Türkiye’de darbe koşullarını olgunlaştırmak için birçok mesele kaşındı. Asıl devrimci mücadele tam da bu tezgâha karşı verildi. Darbe koşulları olgunlaşsın diye beklendi ve sonra da darbe yapıldı. CIA Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze’nin darbeden sonraki “Our boys did it” (bizim çocuklar halletti) mesajı da çok şeyin özeti. Bugün kamuoyu 12 Eylül’ün öncesi yerine daha çok sonrasında yazılanlarla ilgili. Hatta bu ortam hazırlanırken gazetecilikte ısrar edip yukarıda sayılan konuların bizzat üzerine giden Uğur Mumcu gibi gazetecilerin darbe sonrasındaki yazılarını tartışıp, bir elbise biçiliyor. Asıl tartışılması gereken ondan çok, her durumda araziye uyum sağlayanlar. Bugün onları yine en yüksek mevkilerde görebilirsiniz.  O yüzden 12 Eylül sonrası kadar, 12 Eylül öncesi yapılmayan ve yaptırılmayan gazetecilik önemli. “Darbe oldu sokaklarda kan durdu” saçmalamalarının arkasında yatan cahilliğin kaynağı bu.