Özellikle 12 Eylülcülerin kurmak istediği rejimin bir başka biçiminin AKP eliyle inşa edilmeye çalışıldığı şu günlerde 12 Eylül’ü yeniden ele almak ve tartışma ufkunu genişletmek bir sorumluluk olarak güncelliğini koruyor

12 Eylül’ü yeniden ele almak


GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN

12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 39 yıl geçti. Bugün 12 Eylül’ün Türkiye yakın tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olduğu gerçeği geniş bir kabul görüyor. Özellikle retrospektif bir değerlendirme yapıldığında içinde yaşadığımız politik ve ekonomik atmosferin büyük ölçüde 12 Eylül’ün bir ürünü, uzantısı ya da devamı olduğu ifade edilebilir.

1980 sonbaharında darbeyi gerçekleştiren kadro, darbe şartlarının ‘olgunlaşmasını’ beklemişti. 12 Eylül’e ilişkin gazeteci gözünden yazılan metinler darbenin ‘adeta geliyorum’ dediğinin altını çizmiştir. Mehmet Ali Birand’ın, Hikmet Bilâ ve Rıdvan Akar ile yazdığı 12 Eylül Türkiye’nin Milâdı bunlardan biridir. Benzer bir vurguyu dönemin politik tanıklıklarında bulmak da mümkündür. Diğer yandan ordunun ‘zamanı geldiğinde’ emir-komuta zincirine uygun bir biçimde hareket etmesi için hazırlık yapılmıştı. Gerçekten de 12 Eylül darbesi, önceki askeri müdahalelere nazaran ordu içinde çatlak sesin az çıktığı bir müdahaleydi. Bu çerçevede William Hale’in Türkiye’de Ordu ve Siyaset’ine bakılabilir. Darbenin akabinde girişilen tutuklama harekâtı ve adli süreçler ise yargının iktidarın vesayetine girdiği günümüz Türkiye’sini anlamak için ipuçları sunuyor. Uğur Mumcu’nun 12 Eylül Adaleti ve Ertuğrul Mavioğlu’nun 3 kitaptan oluşan, dönemin savcı ile hâkimlerinin tanıklıklarına da başvuran 12 Eylül Hesaplaşması serisi bu anlamda değerlidir.

BİRİKİM REJİMİ KRİZİ

Darbeciler bütünlüklü bir siyaset ve toplum projesine sahip olmamakla birlikte somut hedefler tayin etmişti. Bu hedefin üst başlığını hegemonya krizine son vermek ve devleti egemen güç odaklarının beklentilerine uygun bir biçimde yeniden yapılandırmak olarak özetleyebiliriz. 1990’lardan başlayarak askeri darbeleri birikim rejiminin krizleri üzerinden okuyan literatür bu çerçevede zihin açıcı veriler ve analizler sunmuştur. Sungur Savran’ın 11. Tez Kitap Dizisi’nde yer alan ‘1960, 1971, 1980: Toplumsal Mücadeleler ve Askeri Müdahaleler’ başlıklı uzun makalesi ufuk açıcıdır. Barbaros ve Zürcher’in derlediği Modernizmin Yansımaları: 80’li Yıllarda Türkiye içinde başta İlhan Tekeli ve Fikret Şenses’in makaleleri olmak üzere 12 Eylül ve neoliberal dönüşümü detaylandıran çok sayıda makale bulunmaktadır.

DARBE ANAYASASI

Darbeci askerler amaçlarına ulaşmak üzere yeni bir anayasa ve ona uygun yasalar yapılmasına büyük önem vermişti. 12 Mart sürecinde özgürlükçü ve eşitlikçi maddeleri zaten tırpanlanan 1961 Anayasası 12 Eylül öncesinde yaşananların başlıca sebebi olarak gösterilmişti. Sağ siyasetin daha darbe gerçekleşmeden önce yürütmeyi güçlendiren bir anayasa yapılması yönündeki telkini darbe kadrolarını etkilemişti. 1982 Anayasasının yapım aşaması bir yandan devleti kutsayan bakışın anayasal düzlemde resmileşmesi bir yandan neoliberal dönüşüme kapı aralayan düzenlemelerin kendisine mecra bulması anlamına gelmişti. Darbeciler ve birlikte hareket edenler, cumhurbaşkanının yetkilerini Kenan Evren’e göre ayarladığı için sonraki yıllarda sistem tartışması başladı. Literatürde 12 Eylül Anayasasının yarattığı sorunları elen alan nitelikli çalışmalar mevcut. Bülent Tanör ve Necmi Yüzbaşıoğlu’nun 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku kitabı hâlâ önemini korumaktadır. En kötü parlamenter sistemin dahi başkanlık sisteminden iyi olduğunun altını çizen Taha Parla’nın anayasa değişiklikleri tarihini yürütmenin güçlendirilmesi üzerinden analiz ettiği Türkiye’de Anayasalar: Tarih, İdeoloji, Rejim (1921-2016) listeye eklenebilir. Sıkıyönetim döneminde ayrıca trafikten kurban derilerinin toplanmasına kadar gündelik hayatı ilgilendiren en küçük konu başlıklarında bile MGK bildirileri yayınlanmıştır. Üskül’ün Bildirileriyle 12 Eylül 1980 Dönemi Sıkıyönetimi içinde bu bildirileri topluca bulmak mümkündür.

KÜLTÜREL KUŞATMA

12 Eylül rejimi yalnızca siyaseti ve ekonomiyi ‘tanzim etme’ ile sınırlı kalmamış; entelektüel alanı da kuşatmıştı. Darbecilerin anti-entelektüelizmi solun düşün ve kültür alanlarındaki hegemonyasını kırmayı hedef almış ve bu doğrultuda Türk-İslâm sentezci kadroya geniş bir hareket alanı tanınmıştı. Özellikle Aydınlar Ocağı çevresinin eğitim ve kültür alanlarının dizayn edilmesinde tarihi bir fırsat yakaladığı yadsınamaz bir gerçektir. Emre Kongar’ın 12 Eylül Kültürü bize genel bir çerçeve sunmaktadır. Etienne Copeauxise Türk Tarih Tezi’nden Türk-İslâm Sentezi’ne adlı çalışmasında tarih ders kitaplarındaki somut örnekleri önümüze sermiştir. Özal dönemiyle birlikte ise 12 Eylül’ün ve neoliberal dönüşümün ürünü olan bir kanaat önderi tipi oluşmuştur. Medyadan üniversiteye uzanan bu kadro liberalizm, muhafazakârlık ve Türk-İslam sentezciliğinin eklektik birlikteliğini simgelemiştir. Yüksel Taşkın, Milliyetçi-Muhafazakâr Entelijansiya adlı çalışmasında 12 Eylül öncesi ve sonrasında sağ yazarların fikri sürekliliklerini ve farklarını gösterir. 12 Eylül’ün basında yarattığı değişikliği anlamak için Rıfat Bali’nin Tarz-ı Hayat’tan Life Style’asına ve T. Durna’nın, Modernizmin Yansımaları: 80’li Yıllarda Türkiye’deki çalışmasına bakılabilir.

SÖZLÜ TARİH VE TANIKLIKLAR

Bugün 12 Eylül dönemine dair tanıklıklar ve anılar kitaplaşmaya devam ediyor. Sağın suskunluğu sürerken solda yeni değerlendirmeler yapılmaya devam ediyor. Darbe sonrasında sol militanların cezaevi günlerine ve aileleri dahil dışarıdaki mücadelelerine yer veren Ayrıntı Yakın Tarih dizisinin başka bir önemi var. Bilhassa genç okuyucular için bu tanıklıklar ve deneyimlerin yazılı aktarımı çok öğretici. Keşke Bir Öpüp Koklasaydım ve UnutaMAMAK: 12 Eylül Kadınları kitaplıkta yer alması gerekenlerden…

Bununla beraber 12 Eylül askeri darbesinin tüm yönleriyle yeteri kadar incelendiğini söylemek mümkün değil. Araştırmacıların bir kısmı ‘söylenecek her şeyin söylendiğini’ düşünerek konuya odaklanmıyor ya da 12 Eylül sonrasında bizzat darbeciler ve onları alkışlayanlar tarafından inşa edilen bazı mitleri birer gerçek olarak kabul ediyor. Bu mitlerin başında 12 Eylül öncesini şiddet ve ‘politik kutuplaşma’ ile özdeş görmek geliyor. Halbuki 1970’lerin ikinci yarısı aynı zamanda dayanışma, inşa etme ve direnme pratiklerinin öyküsü…

Özellikle 12 Eylülcülerin kurmak istediği rejimin bir başka biçiminin AKP eliyle inşa edilmeye çalışıldığı şu günlerde 12 Eylül’ü yeniden ele almak ve tartışma ufkunu genişletmek bir sorumluluk olarak güncelliğini koruyor.