12Eylül’ün yıldızları, apoletlerdeki yıldızlar… Ama bir de “yumruklu yıldızları” var! “Bir yandaydı omuzu...

12Eylül’ün yıldızları, apoletlerdeki yıldızlar… Ama bir de “yumruklu yıldızları” var!
“Bir yandaydı omuzu yıldızlılar / diğer yanda / sağın tam karşısında / bizim çocuklar / onlar/ yumruğu yıldızlılar…” diye yazmıştı Eren Çelebi.
Geçen gece Ahmet İnsel TRT’deki bir programda “12 Eylül'den sonra hiçbir direniş olmadı” deyiverdi… O sıralar Fransa’da filan yaşadığı için Türkiye’den haberi olmadığından böyle söylemişse, kendisini tenzih edebilirim. Ama böyle bir laf galatı meşhur oldu: “Efendim askeriye geldi, solcular devrimciler hiç direnmedi, ortalık kısa sürede süt liman kesildi!”  Burada söylenen aslında şudur: “Ülkücüler de devrimciler de cuntacıların oyuncağıydı, ipleri onlar elinde tutuyordu, darbe oldu ve iç savaş bitti…”
Ülkücülerin saldırıları, ki biz onlara “sivil faşistler” derdik, elbette bıçakla kesildi. Abdullah Çatlıların misyonu bitmiş, başka misyonlar için kenara çekilmişti. Diğerleri de 12 Eylül faşizmini, sıkılmış bir limon posası halinde ve şaşkınlık içinde “Fikirlerimiz iktidarda ama bizler zindandayız” paradoksuyla algılamaya çalışmaktaydı.
Peki ama Ahmet İnsel’in sandığı gibi, devrimci çevreler hiç mi direnmedi? Hayır, hemen temerküz kamplarına çevrilmiş askeri cezaevlerinden değil 12 Eylül sonrası sokaklardaki, dağlardaki direnişlerden söz ediyorum. Bunların bir kısmı o dönemin gazetelerinde de mutlaka “terör eylemi” diye yer almıştır. Arşivlerde Eylül, Ekim ve Kasım aylarında; cunta kuvvetleriyle çıkan silahlı çatışmalarla, mesela İncirlik Üssü’nde görevli bir Amerikalı çavuşa düzenlenen suikastla; Ankara’da Amerikan Haberler Merkezi’nin bombalanmasıyla ve benzeri olaylarla ilgili pek çok haber bulunabilir. Bunları geçiyorum.
Gecekondularda, okullarda, üniversitelerde, sokaklarda dağıtılan bildirilerden, duvar gazetelerinden de söz etmeye gerek yok. 12 Eylül’ün hemen ardından özellikle üç dört ay boyunca, cuntaya direniş çeşitli biçimlerde özellikle sokaklarda devam etti. Bu tür direniş haberleri cunta icazetindeki matbuatta elbette yer alamazdı, sadece o dönemin “illegal” devrimci yayın organlarında duyurulabildi. Mesela… 26 Eylül günü Ankara Anıttepe Gençlik Caddesinde, 29 Eylül günü Küçükesat Başçavuş Sokakta meşaleli gösteriler yapıldı. Cuntaya karşı sloganlar atıldı ve çatışmalar çıktı. (Bu olaydan iki gün sonra, “cunta kuvvetleri” aynı sokaktan geçmekte olan yüze yakın insanı yakalamış ve bir yüzbaşı elindeki makasla halkın saçını ve bıyığını kestikten sonra yat-kalk talimi yaptırmış ve zorla Atatürk'ün gençliğe hitabesini okutmuştu!)  Benzer gösteriler Anıttepe Ordular Sokak’ta, Esat Caddesi’nde ve başka yerlerde devam etti. Özellikle 6 Ekim günü cuntanın en fazla denetim kurduğu Kızılay Meydanı'nda ve çevre sokaklarda 500'den fazla kişinin katıldığı gösteriler düzenlendi. Aynı anda 25 tane bombalı pankart asıldı. Kızılay trafiği uzun süre kapalı kaldı. Bu sırada Kızılay’ın çeşitli yerlerinde halka binlerce bildiri dağıtıldı. Binlerce el ilanı fırlatıldı. Çevreye 100 kadar duvar gazetesi asıldı. Özellikle kalabalık yerlerde ağaçlara asılan ve generalleri temsil eden maketler büyük ilgi toplamıştı. Kasım ayında İstanbul’da Yenikapı ve Gedikpaşa’daki plakçı dükkânlarından kasetle cuntayı teşhir eden konuşmalar yapıldı. 13 Kasım günü Fatih'te Karadeniz caddesinde yazılama yapılması üzerine cunta kuvvetleri akşam saatlerinde Paşameydanı'nı sararak gelişigüzel 2 bin kişiyi gözaltına aldı. 18 Kasım günü idamları protesto etmek üzere Kocamustafapaşa'da 3 tane bombalı general kuklası asıldı, çatışma çıktı. Direnişler sadece Ankara, İstanbul ve İzmir’le sınırlı değildi. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde uzun süre devam etti. Cunta iş başına gelir gelmez Karadeniz bölgesini özel operasyon alanı olarak seçmişti. Buradaki direniş de şehirlerde, kasabalarda, köylerde ve dağlarda sürdürüldü. Eylül ve Kasım ayları arasında meydana gelen çatışmalarda çok sayıda devrimci öldürüldü. Bu direniş özellikle dağlarda 1984 yılına dek devam etti.
Hiç direniş olmadı; öyle mi? Peki Ordu Gölköy’de, Aybastı’da, Ünye’de, Fatsa’da, Artvin’de, İstanbul sokaklarında, Uşak Eşme’de, Antalya’da cuntaya direnen, teslim olmadıkları için kurşunlanan onlarca genç kız ve erkek… Bunlar da mı direniş sergilemedi? Daha nasıl direneceklerdi ki?
Velhasıl, yenenler kanlı kılıçlarını direnenlerin ak libaslarında temizlemeye yeltendiler. Direnecek kimse kalmamıştı!  Direnecek kimse kalmadığında da siyaset meydanı “fahri paşa” Fethullah Gülenlere kalmıştı. Şimdinin darbesavarları o dönemin darbeseverleriydiler. Nitekim Fethullah Paşa 12 Eylül için şöyle demişti:  “Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi!”
Şimdi de kendilerine “demokrat” diyen “erâcif” (yalan sözler) erbabı, devrimcilere küfür ederek, cemaat eliyle otel odalarında gerdeğe girerek, yeni “zaferler” peşindeler.  Dolarla kiraladıkları lüks otel odasının penceresinden pankart sarkıtıp hemen sıvışarak…