Google Play Store
App Store

Şimdi yangınından küller tüten bir ülkeden söz etmek

12 İmam

HAYDAR ERGÜLEN - haydaree@yahoo.com - TUHAFİYE

Şimdi yangınından küller tüten bir ülkeden söz etmek. Çok zor olmalı. Değil ama. Çok kolay. Öyle kolay ki sanki ‘Suriye Sakızı’ diye bir şey var, hemen çiğnenip atılacak bir sakız. Yanında da ‘Suriye Gazozu’, bir dikişte içip bitiriyorsunuz. Kolay lokma ve Şam’ın şekerinden tatlı gazoz.
Hepimizin bir Alevi arkadaşı, bir Kürt arkadaşı, bir, afedersiniz Ermeni arkadaşı var. Onlar bize kendileri hakkında gizli bilgileri veriyorlar. Bir de Suriyeli arkadaşımız var şimdi. Hepimizin arkadaşı. Ama sokaktaki Suriyelilerden değil. Bizim gibi.Yani mürekkep yalamış. İşi gücü var. Geleceği var. Onun dediğine göre, “Bunlar aslında Suriye’de de dileniyorlar, dilenci ve çingene takımından.” Böyle bir arkadaşınız var değil mi, Suriyeli. Yok demeyin sakın. Var, yoksa bu vicdanımızı rahatlatan bilgileri kimden öğreneceğiz değil mi? O arkadaş böyle deyince, gencecik kadınlar, kundaktaki bebekler, ayakları çıplak güzel gözlü kızlar ve oğlanlar, gencecik adamlar, yaşlılar, yani Suriyeli dilenciler ve çingeneler için merhamet stokundan kullanmamıza gerek kalmıyor haliyle. Vicdan da bir yere kadar.

Birkaç ay önce Taksim’de İslamcı bir yazarla karşılaştım, ayaküstü konuşurken yanımıza iki çocuğuyla Suriyeli bir kadın gelip avucunu açtı. Ben biraz o yazara da duyurmak için malum şahsın adını söyleyerek ‘git o versin’ dedim. Yazar arkadaşıma da, “Öyle değil mi, savaşı kışkırtan, bu insanları perişan edenlerin başında o gelmiyor mu?”  diye sorar gibi yaparak fikrimi söyledim. Artık onayladı mı onaylamadı mı bilemem, gülümsemekle yetindi.
Bir cumartesi günü ailecek dolaşmaya çıkmıştık. Tophane’nin oralarda iki Suriyeli genç kadın ve çocukları para istedi, ben yine malum şeyi söyledim. Biraz sonra Karaköy’de yemek yerken birden kadınların sözlerini hatırladım, ‘Hüseyin’in başı için, 12 İmam aşkına’ para istiyorlardı. Nasıl dalgınlığıma gelmiş olmalıydı ki bu sözler, ‘Ehlibeyt’i anarak para isteyen birine yardım etmemiştim. Fırladım, koştum, Suriyelileri buldum, bir kaç kuruş tutuşturdum ellerine. Birinin peşlerinden koşup, ellerine para tutuşturmasına pek alışık değillerdi sanırım, şaşırdılar, daha çok da sevindiler.

Düşündüm sonra, benim ‘Sünnicilik’ yapanlardan ne farkım vardı, yoktu, ben de ‘Alevicilik’ yapmıştım, artık ister tepkiden deyin, ister insanın ‘fıtrat’ı deyin, ne derseniz deyin. Ziyadesiyle rahatsız oldum bundan. Bir ülkeyi bölüp parçalayanlar gibi ben de parçalı düşünmeye başlamıştım işte. Elbette daha önce de para vermiştim, özellikle çocuklara, şimdi de hiçbir şeye derman olmayacağını bilmeme karşın yine veriyorum. Ama özellikle İmam Hüseyin’i, 12 İmam’ı anarak para istediler diye, sanki kayıp akrabalarımı bulmuşum gibi peşlerinden yetişmem de en hafif tabiriyle hayli ilginç değil mi?
Kalbin kimliği olur mu? Olmaz elbette, ama öyle bastırılmış kimliklerle yaşamışız ki, neredeyse bizden bağımsız olarak çıkıveriyor ortaya. Yoksulun, dilencinin, Çingenelerin, yersizlerin yurtsuzların da kimliği var elbette, ama kimlikleri ne olursa olsun, ayırmadan, öncelik-sonralık düşünmeden, hepsi bizden diyebilmeliyiz. O zaman kimliğimiz kalbimiz olur işte.