Bugün, Türkiye siyasetinin en yaşamsal sorunu, yapılacak ilk genel seçimlerin güvenli olup olmayacağı ve ülke yönetiminin barış içinde el değiştirip değiştirmeyeceğidir.

Daha önce, halk oylamalarında, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, genel ve yerel seçimlerde “sandık sicili” hiç de parlak olmayan AKP iktidarının, kendisi için var olma-yok olma özelliği taşıyan gelecek seçimlerde, gerek seçim “öncesinde” “eşit koşullarda yarış”, gerekse “sandık güvenliği” konusunda nasıl bir tutum takınacağı, bir büyük soru işaretidir.

Oysa bu ülkenin tarihinde barış içinde ve güvenli bir iktidar değişikliğinin çok parlak, tarihsel ve üstelik bir “ilk” örneği var: 1950 Seçimleri.


İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ

Yarın, 12 Temmuz, 1947’de Türkiye’nin partiler arası ilişkilerde dönüm noktası olan çok önemli ve tarihi bir günün yıldönümüdür.

Türkiye tarihinde ülke yönetiminin, “halkın oylarıyla” yönetime gelmek isteyenlere barış içinde devrinin geçmişi öyle çok eskilere gitmiyor; bu, bir büyük devrimdir ve 14 Mayıs 1950’de gerçekleştiriliyor. Bunun baş mimarı, o tarihte Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’dür.

Çok partili siyasi ortama geçişte sol görüşlü partilere gelişme olanağı tanımadığı için kimi haklı eleştirilerle karşılaşan İnönü, mutlak yönetimindeki CHP ile ana muhalefet partisi Demokrat Parti-DP›nin ilişkileri bağlamında, iktidarın “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyetini” gerçekleştiriyor; öylelikle ülke demokrasisinin önünü açıyor.

Bir aydan fazla bir süren görüşmelerden ve tarafların görüşlerini aldıktan sonra yayımladığı 12 Temmuz Beyannamesinde, İnönü şöyle diyor:
“Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih bulunacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın şu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir.”

Atatürk’ün Serbest Fırka’nın kuruluşu sırasında CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılma isteğini örnek gösteren DP Genel Başkanı Celal Bayar, özellikle Cumhurbaşkanlığı ile CHP Genel Başkanlığı’nın İnönü’de toplanmış olmasından yakınıyor. Yılların Milli Şef’i bu eleştiriye olumlu bakıyor ve kısa bir süre sonra gereğini yapıyor: CHP’nin 19 (on dokuz) gün süren 7. Kurultayı 17 Kasım 1947’de toplanıyor ve İnönü’nün Cumhurbaşkanı kaldığı sürece, parti başkanlığı yetkilerinin kurultayca seçilen genel başkan vekiline devretmesi hükmü “tüzüğe” konuluyor. İnönü Genel Başkanlık’tan fiilen ayrılıyor. İktidar ve muhalefet partilerine eşit uzaklıkta, yansız ve tarafsız davranmaya başlayan İnönü, partilerin başta devlet tekelinde olan radyo olmak üzere, tüm kamu olanaklarından “eşit yararlanmasını” gerçekleştiriyor.

DÜN DERS ALINMALIYDI; BUGÜN DE ALINMALI!

1950’de iktidara gelen DP’nin döneminin Cumhurbaşkanı Bayar, 1950 sonrasında, özellikle de 1960’a doğru, 13 yıl önce kendisine iktidar yolunu açan “tarafsız Cumhurbaşkanı” anlayışını sergileme büyüklüğünü gösterseydi, ülke, 27 Mayıs askeri hareketiyle ve o bağlamda yaşadığı ağır siyasal, toplumsal ve ekonomik çalkantı ve yıkımlarla karşı karşıya kalmazdı.

Bugünkü iktidar ve özellikle de muhalefet 12 Temmuz 1947’den ders almasını bilmelidir. Ancak, önemli bir nokta var, 12 Temmuz’da muhalefetin kararlı tutumu da etkili olmuştur.

Bugün, CHP yönetimi parti tarihini bile doğru okuyamıyor. Örneğin, 71 yıl önce gerçekleştirdiği, demokrasinin olmazsa olmazı olan “iktidar-muhalefet “eşitliği” ilkesini ve “seçim güvenliğini” kamuoyunda tartışmaya açamıyor. Daha da acıklısı, kimi önde gelen CHP’liler utanmadan biri birini suçluyor.

Bu durumda, elinde, tarihte görülmedik olağanüstü bir güç toplamış olan iktidar, seçim güvenliği konusunda topluma güvence vermek bir yana, “bunlar bırakmazlar” kanısının yayılmasını ve daha da korkuncu bir “iç savaş” olasılığından söz edilmesine neden olan davranışları sergilemekten geri kalmıyor.
Önemli ve acil sorun, seçim güvenliğinin 12 Temmuz›un eşitlikçi anlayışıyla çözümünün gerçekleştirilmesidir.