Pahalı granit mermer kaplı, plastik palmiyeli “Sağlıkta Dönüşüm” show vitrini Türkiye’ye göstermediği ağır “insani bedeli” artık saklayamıyor.

Sağlık çalışanları  “sistematik” maruz kaldıkları ölümcül şiddet, tüketici iş yükü, hakkaniyetsiz  uygulamalar, bitmek bilmeyen nöbet işkencesi, kaybedilen mesleki haklar ve vatandaşın “içi boşaltılmış” sağlık hakkı için 13 Mart’ta grevde olacaklar..

Hekiminden taşeron temizlik işçisine, hemşiresinden sağlık teknisyenine, tüm çalışanlar, hastane işletmesinin karı şiştikçe tıp hizmetini  “niceliğe”, hastaları puan ve katılım payına  dönüştüren ve çalışanlara “insan” kabul etmeyen, emek sömürgeni “ilkel birikimci” sisteme karşı seslerini yükseltecekler..

On iki yıl önce başlayan “sağlıkta dönüşüm” hikayemiz “sağlıklı toplum” yaratmak yerine “hastalıklı vatandaş” ve “ucuz-esnek çalışan beyaz gömlekli emekçi” üreten devasa ticari sektör kurulumu tamamlanınca final yaptı.      

Siyasi iktidar “sarı öküzün parasını yiyenlerdir bunlar” startıyla hekimlere karşı başlattığı “ideolojik kampanya” olmasa bugünün AVM-rezidance kırması “sağlık piyasa” patronajlığına zor yükselirdi

Nasıl bugün Yeni Türkiye’de her sabah bir “iç düşman” tek tip manşetlerle ifşa ediliyorsa, on iki yıl önce ilk defa bir meslek grubu sistematik karalama, değersizleştirme “operasyonuna” uğratılarak milli zihinle eş güdümlü “sağlıkta köklü liberalizasyon” gerçekleşmişti.

Hekimliğin evrensel norm, tıp biliminin etik değer ve toplumcu sağlık hizmetini savunanları “ideolojinin deli gömleğini giyenler” diye suçlanmıştı.    

Çok ilginçtir, kamuoyu algısı “eli halkın cebinden çıkmayan” hekimlere karşı öfke üzerinden örgütlenirken “100 milyar dolarlık sağlık piyasasına” kamusal kaynak aktarımı son hız sürdürülüyor ve çalışanların özlük hakları “buharlaşıveriyordu”...

Sağlık hizmet sunumu öznesi 120 bin hekim işletmeye bağımlı, kadrosuz, güvencesiz, söz hakkı olmayan, özerkliğini kaybetmiş “işçileştirme” sürecine tabii kılınırken , 200 bin sağlık emekçisi illa sendikasız “taşeron paket” halinde her yıl daha ucuza kiralanıyordu.

“İkame edilemez,ertelenemez, dramatik niteliğe” sahip sağlık hizmeti  performans payı, kar yüzdesine katılan  sayısal bir işleme indirgendiğinde hala uğradığımız tahribatın derinliğini farketmemiştik.

“Marka” olma heveslisi, dış yayın ve araştırmayla değil ciro toplamıyla övünen Tıp Fakülteleri akademik birikimi kısa sürede “çürüttü, tıp eğitimini öncelemeye kalkışan fakülteler ise “mali iflasın eşiğine” getirildiler..

Genç hekimlere dayatılan “rekabetçi/performans puan avcısı” formasyon klasik tıp eğitim yöntemleri ve mesleki dayanışmayı  alaşağı etti.

Kaldırılmış koruyucu sağlık hizmetleri, kışkırtılan hasta kimliği, bütün ülke nüfusu kadar acil servise başvuru, dünya rekoru kıran kişi ilaç tüketimi, çıldırmış tetkik-tahlil sayısı toplum ruh ve beden sağlığı adına çok tehlikeli sinyaller veriyor. 

Bu yüzden Türkiye’nin “sağlıkta illüzyonun” acil serviste kimi gün 500 hasta bakan acil doktoru, her gün 100-200 hasta bakmazsa işini kaybetmekle tehdit edilen hekim, 36 saat kesintisiz çalıştırılan “angarya emek” asistan, cumartesi nöbet tutmaya zorlanan esnek istihdam “jokeri” aile hekimleri, her yeni yılda kapının önüne atılan taşeron sağlık emekçileri de..

13 Mart’ta halka “sadece bizim emeğimiz değersizleşmedi, sizin ve çocuklarınızın temel hakkı sağlık, çeşit çeşit katkı,katılım bedelini denkleseniz de öylesine değersizleşti ki artık duyun” demek için seslenecekler.