2013 yılında Almanya’da toplam elektrik kesintisi süresi 15 dakika 32 saniye*. Bir başka deyişle, deprem gibi doğal afetler dışında, üç dakikadan uzun süren kesintilerin toplamı yılda 15 dakika. 31 Mart’taki yaklaşık 10 saatlik (bazı yerlerde daha fazla) kesintinin nedenlerini araştıran Ankara’daki hükümet için bir kez de yazıyla yazayım. On beş dakika otuz iki saniye.

2014 yılında Almanya’da üretilen elektriğin dörtte birinden fazlası yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edildi. Toplam elektrik üretimin yüzde 9’a yakını rüzgârdan, yüzde 8’i biyokütleden, yüzde 6’sı güneşten ve yüzde 3’ü de hidroelektrik santrallardan sağlandı. Aniden kesilen rüzgârdan, bulut arkasında kalınca sizi karanlıkta bırakan güneşten, ottan çöpten, tavuk dışkısından elektrik üreten biyokütleden. Ben söylemiyorum, memleketin üniversitelerinde, sokakta ve sosyal medyada yenilenebilir enerji hakkında anlatılanlar bunlar. 31 Mart bu palavraların da sonu oldu.

Almanya’nın en güneşli yeri Karadeniz kadar güneş alıyor. Rüzgâr enerjisinde de bizim kadar şanslı değiller. Ege ve Marmara’daki rüzgâr türbinleri verimlilik açısından dünyanın en iyileri arasında. Buna rağmen Almanya’da güneş ve rüzgârdan üretilen elektrik miktarı Türkiye’nin toplam tüketiminin dörtte birinden fazla. Her yıl payları artıyor. Hedefleri 2050’de elektrik tüketiminin yüzde 80’ini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden Almanya güvenilemez denen rüzgâr ve güneşe geçiyor.

Türkiye’de ise dünya tersine dönüyor. Rüzgâr diyorsunuz, “Rüzgâr esmezse elektriksiz kalırsınız” diyorlar. Güneş diyorsunuz, “Akşamları mum ışığında mı oturacaksınız” diyorlar. Nükleer termik gibi baz yük santrallar olmazsa sistem çöker deyip eski düzeni sürdürmeye çalışıyorlar. Dağ taş termik santral dolu. Türkiye’de durmadan elektrikler kesiliyor ama dağ taş rüzgâr ve güneşle dolu. Almanya elektrik kesintisi tarih derslerinde okutuluyor. Bizim bir günde yaşadığımız elektrik kesintisi Almanların 40 yılda yaşayacakları elektrik kesintilerinin toplamından daha fazla.

Mesele eldeki kaynakları yönetmek. Adana’da rüzgâr yoksa, Bandırma’da var. Güneş battıysa büyokütle santralları, jeotermal var. Koca koca barajlar yapmışsın. Rüzgâr eserken kapakları kapat, suyu yani enerjiyi depola. Rüzgâr kesilince aç. Çok mu zora düştün; komşudaki rüzgâr tarlasından elektrik al, ertesi gün sen ona güneş sat. Son çare de bizde onlarcası kurulmuş doğalgaz santralları. Almanya işte bunu yapıyor. Yıl sonunda alacaklı bile çıkıyor. Net elektrik ihracatçısı. Büyük ve hantal iletim hattını terk ediyor, değişime çabuk ayak uydurabilen ‘akıllı şebekeleri’ kuruyor. Yeni depolama sistemleri geliştiriyor. Bir yandan da nükleer santralları bir bir kapatıyor. Öyle yaşı geldiği için falan değil. Pahalı ve riskli oldukları için.

Kesinti konusunda nükleer de çözüm değil. Fransa elektriğinin yüzde 70’den fazlasını nükleerden sağlıyor ama yıllık kesinti süresi Almanya’nın dört katı. Nükleersiz Avusturya, İtalya ve Almanya, Fransa’dan çok daha iyi durumda. Zaten 31 Mart’taki karanlığın temelinde nükleer gibi büyük santrallar var. Bir büyük santral arıza yaptı mı, yerine o büyüklükte başka bir santral koymanız lazım. Koyamazsanız sistem çöküyor. Halbuki bir rüzgâr türbini arızalansa kimsenin ruhu duymaz. Elektriği küçük ama çok sayıda santraldan üretme dönemindeyiz. Merkezi, tek bir yerden değil.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından, küçük santrallarla yapılan üretim merkezi sistemlerin yerini alıyor. Türkiye’yi yönetenler ise hâlâ 40 yıl öncesinin enerji sistemini savunuyor. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sembolü ampul. O ampulü Edison 1879’da bulmuştu. Avrupa’da üretimi yasaklandı çünkü verimsiz. Aynı elektriği harcayıp 8-10 kat daha fazla ışık vereni var. 31 Mart’taki kesinti bize ders olsun. Sizi karanlıkta bırakan ampulü verimlisiyle değiştirme vakti geldi. Türkiye’nin enerjisini boşa harcamayın.

* SAIDI ortalama.